ISSN : 1300-0012   E-ISSN 2458-9446 Home      |      Contact      |      TR
 
 
Volume: 36  Issue: 3   Year: 2024
  Ağrı: 12 (4)
Volume: 12  Issue: 4 - 2000
Hide Abstracts | << Back
YAYIN KURALLARI / GUIDELINES FOR PUBLICATION
1.Guidelines for Publication

Page 6
Abstract

YAYIN KURULU / EDITORIAL BOARD
2.Editorial Board

Page 7
Abstract

EDITÖRDEN / EDITORIAL
3.Editorial

Page 8
Abstract

4.Splanchnic nerve blockade in abdominal pain
G. K. Talu, S. Özyalçın, S. Erdine
Pages 15 - 18
Mide, pankreas, karaciğer, safra kesesi gibi üst batın organlarının çeşitli patolojilerinden kaynaklananan ağrıların tedavisinde bu organların sempatik innervasyonunu sağlayan splanknik sinirler ve çölyak ganglion sempatik blokajlarının sempatik sinir ve ganglion bloklarının önemli yeri bulunmaktadır. Çalışmamızda çeşitli nedenlere bağlı olarak üst batın ağrısı olan hastalarda fenol ile perkütan uygulanan splanknik sinir nörolizinin etkinliği, yan etkileri ve komplikasyonları irdelenmiştir. Çalışmaya Eylül 1999 - Haziran 2000 tarihleri arasında Algoloji Bilim Dalı’na çeşitli nedenlere bağlı üst batın ağrısı şikayeti olan 34 hasta dahil edilmiştir. Hastaların yazılı onayları alındıktan sonra girişim için hazırlanan hastalara cerrahi koşullar altında, skopi eşliğinde, Boas yaklaşımı ile fenol (% 10) kullanılarak splanknik sinir blokajı uygulanmıştır. Hastaların girişim öncesi ve sonrası VAS değerleri, ilaç gereksinimleri, girişim sonrası yan etki ve komplikasyonlar değerlendirilmiştir. Uygulanan splanknik sinir bloğunun analjezik açıdan etkinliği değerlendirildiğinde girişim sonrası VAS değerlerinde girişim öncesine oranla anlamlı derecede azalma (p=0.01) saptanmıştır. Komplikasyonlar açısından değerlendirildiğinde erken dönemde girişim sırasında hastalarda herhangi bir hemodinamik değişiklik (başlangıç TA değerinde %30 artma veya azalma) saptanmamıştır. Aynı şekilde hastalarda operasyon sonrası herhangi bir komplikasyona rastlanmamıştır. Çeşitli nedenlerden kaynaklanan üst batın ağrılarında splanknik sinir bloğu uygulamalarının etkin ve güvenilir bir yöntem olduğu, özellikle düşkün hastalarda çölyak pleksus blokojına emin bir alternatif yaratacağı kanısına varılmıştır.
Abdominal visceral sympathetic pain due to malign or benign pathologies of the upper gastrointestinal organs can be blocked either by celiac plexus blockade or splanchnic nerve blockade or both. We have evaluated the efficacy and safety of application of splanchnic nerve blockade to patients suffering from abdominal pain due to various reasons. After signing the informed consent, patients were hospitalized for splanchnic nerve blockade. We have performed splanchnic nerve blockade to 34 patients, in the operating room, with fluoroscopic guidance using Boas technique with 12 ml of 10 % phenol. The VAS values and complications were evaluated before the procedure, 3 months and 6 months after the procedure. The complications were recorded respectively. The VAS values at the 3rd and 6th months were significantly lower than the preprocedure values. No complications due to the technique or the drug injected were recorded except aspiration of blood during the procedure of which were postponed to a later date.

5.Assessment of postoperative pain after general and caudal anesthesia in perianal surgery
A. Ceyhan, Y. Gülhan, B. Baltacı, S. Günal, N. Ünal
Pages 19 - 25
Postoperatif dönemde şiddetli ağrıya sebep olan anal fissür ve hemoroid gibi ameliyatlarda uygulanan genel ve kaudal anestezi; etkinlikleri, solunum fonksiyon testlerine etkisi, postoperatif analjezi ve anestezi açısından değerlendirildi. ASA I-II grubu 54 erişkin hasta rastgele 2 gruba ayrıldı. I. gruba standart genel anestezi, II. gruba kaudal blok uygulandı. Tüm olgularda preoperatif dönemde, operasyon bitiminde, postoperatif 1. saatte, ağrı duyduğunda ve analjezik yapıldıktan 1 saat sonra arteryel kan basıncı (TA), nabız (N), periferik oksijen saturasyonu (SpO2), solunum frekansı (SF), tidal volüm (TV), dakika volümü (DV) ve Vizüel Analog Skala (VAS) ile ölçülen postoperatif ağrı değerlendirildi. TA, N, SpO2, SF, TV, DV gruplar arası anlamlı farklılık göstermedi. Genel anestezi grubundaki 27 hastadan 3’ü, kaudal anestezi grubundaki 27 hastadan 22’si postoperatif dönemde ağrı duymadı ve analjezik ihtiyacı olmadı. Kaudal anestezi ile opere olan grupta postoperatif ağrı ve analjezik gereksinimi anlamlı derecede azdı. Hiçbir hastada komplikasyon gelişmedi. Çalışma sonucunda, kaudal anestezi tekniğinin komplikasyonlarının az olması, postoperatif dönem kalitesinin yüksek olması nedeniyle perianal cerrahi uygulanacak vakalarda güvenle tercih edilecek yöntem olduğu kanaatine varıldı.
General anesthesia and caudal anesthesia in anal fissure, anal fistula and hemorrhoid surgery, which cause severe pain in the postoperative period, are compared in terms of effects on respiratory function tests, postoperative pain and analgesic effects. 54 patients in ASA I-II group were randomly allocated into two groups. General anesthesia was applied to the first group and caudal blockade was performed to the second group. Blood pressure (BP), heart rate (HR), arterial oxygen saturation (SpO2), respiratory frequency (RF), tidal volume (TV), minute volume (MV) and pain scores by using Visual Analog Scale (VAS) were measured before the operation, at the end of the operation, one hour after the surgery, when they felt pain and one hour after analgesic administration. No significant differences were found between the groups in the terms of BP, HR, SpO2, RF, TV, MV. Three of the twenty-seven patients in general anesthesia group and twenty-two of the twenty-seven patients in caudal anesthesia group had no pain. Postoperative pain scores were significantly low in patients with caudal anesthesia group. No complications were observed in both groups. We concluded that caudal anesthesia technique in perianal surgery is very effective and reliable as it’s performed easily, its complications are rare and quality of postoperative period is high.

6.Türk çocuklarında lomber epidural derinlik
P. Bozkurt, G. Kaya, Y. Yeker, Ö Demirci, S. Demirci, Y. Tunalı, F. Altıntaş
Pages 26 - 30
Çocuklarda epidural derinlik, yapıları nedeniyle farklıdır. Bu çalışmada amaç Türk çocuklarında vücut yapısı ve yaşla epidural derinlik arasındaki ilişkiyi bulmaktır. Lomber epidural enjeksiyon yapılan, yaşları 6 gün ile 18 yaş arasında değişen 300 çocuk çalışma kapsamına alındı. Epidural aralığa ulaşılan iğne mesafesi (cm), yaş (yıl), ağırlık (kg), boy (cm) ve vücut yüzey alanı (VYA, m2) kaydedildi. Hastalar yaşlarına göre gruplandı: 0-1 yaş (n=37), 1-5 yaş (n=133), 5-10 yaş (n=75) ve 10-18 yaş (n=55). Regresyon korelasyon analizi yapıldı. L4-5 aralığında epidural derinlik (cm) için formüller ve korelasyon ilişkileri şu şekildedir:
- 0.15 (yaş)+1.35, r2=0.63
- 0.004 (boy)+1.7, r2=0.58
- 0.058 (ağırlık)+1.04, r2=0.67
- 2.11 (VYA)+0.59, r2=0.71
En iyi korelasyon epidural derinlik ile VYA arasında idi. 5-10 yaş grubunda korelasyonların iyi olduğu görüldü.
The depth of epidural space is variable in children because of their sizes. The purpose of this study is to find out relation between epidural depth and age and the constitute in Turkish children. Three hundred patients who had lumbar epidural injections as a part of their anesthetic management, ages ranging from 6 days to 18 years included in this study. Length of epidural needle when reached to epidural space, age, weight, height and body surface area (BSA) of the patients were recorded. Patients are stratified according to age groups, 0-1 years (n=37), 1-5 years (n=133), 5-10 years (n=75) and 10-18 years (n=55). Regression correlation analysis was performed. The formulas and level of correlations for epidural depth (cm) at L4-L5 were as follows:
- 0.15 (age in years)+1.35, r2=0.63
- 0.004 (height in cm)+1.7, r2=0.58
- 0.058 (weight in kg)+1.04, r2=0.67
- 2.11 (BSA in m2)+0.59, r2=0.71
The best correlation coefficient achieved by epdidural depth and BSA. Best corelation observed, in 5-10 years old group.

7.Intraarticular Na-hyaluronate (Orthovisc) injection in knee osteoarthritis: comparison of different injection techniques and short term efficacy
A. Karan, L. Müslümanoğlu, B. Durmuş, A. Ketenci, R. Aydın, S. Akı, C. Aksoy
Pages 31 - 35
Bu çalışmada, klasik yöntemle patellofemoral (PF) aralıktan yapılan Na-hyaluronat (HA) enjeksiyonlarının etkisi, manuel tıp yardımı ile değişik diz eklemi kompartmanlarına yapılan HA enjeksiyonlarının etkinliği ile karşılaştırıldı. Bu arada kısa dönemde intraartiküler hyalürinat enjeksiyonlarının etkisi değerlendirildi ve farklı uygulama teknikleri birbiri ile kıyaslandı. Çalışmaya Osteoarthritis Research Society (OARS) önerilerine göre klinik ve radyolojik olarak evre 2 ve 3 diz osteoartrit tanısı konan 100 hasta alındı ve randomize olarak 2 gruba ayrıldı. Çalışma sonunda 16 hasta çalışmadan ayrıldı ve 84 hasta değerlendirilebildi. Birinci gruba birer hafta arayla, üç kez, skopi altında, sadece patellofemoral eklem aralığına, ikinci gruba birer hafta ara ile, önce her iki tibiofemoral kompartman, sonra patellofemoral eklem aralığına olmak üzere, traksiyon yardımıyla her üç kompartmana 2 cc Orthovisc (HA derivesi) enjeksiyonu yapıldı. Hastalar çalışma öncesi ve her üç enjeksiyondan bir hafta sonra enjeksiyon ekibi dışından bir araştırmacı tarafından değerlendirildi. Tedavi öncesinde her iki grup arasında istirahat, yürüme ve ayağa kalkarken değerlendirilen Vizüel Analog Skala (VAS), günlük analjezik kullanımı, sabah tutukluğu süresi (dk), ağrısız yürüyebildikleri mesafe (m) ve süre (dk), aktif ve pasif fleksiyon ve ekstansiyon ölçümü açısından bir fark yoktu (p>0.05). Her iki grupta da tedavi öncesi ile tedavi sonrası arasında, bu parametrelerde iyileşme yönünde anlamlı fark olduğu bulundu (p<0.0001). Tedavi sonuçları açısından kıyaslandığında iki grup arasında fark bulunmadı (p>0.05). Bu sonuçlar, uygulaması daha kolay olan ve daha az travmatize ettiği düşünülen patellofemoral eklem aralığı injeksiyonlarının, diz osteoartriti olan hastaların tedavisinde rahatlıkla tercih edilebileceğini düşündürmektedir.
The first aim of this study is to compare the efficacy of sodium hyaluronate (HA) injection which is done by classical method from the patellofemoral (PF) joint and the efficacy of HA injection which is done to different knee joint compartments in conjuction with manual medicine. The second aim of the study is to establish the short term efficacy and to compare the results of different techniques. One hundred patients admitted to the outpatient clinic of the Department of Physical Medicine and Rehabilitation, Istanbul Medical Faculty, and who had grade 2 and 3 osteoarthritis (OA) according to the clinical and radiological data of Osteoarthritis Research Society (OARS), were included in the study. Two groups have been constructed by the randomisation tables, however 16 patients were drooped from the study and 84 patients had completed the study. 2 ml Orthovisc injection which is a derivative of HA, was done by fluoroscopy to the first group only to the PF joint space 3 times, every consecutive week. For the second group, 3 injections were done in the similar pattern, but first to the two tibiofemoral compartments then to the PF compartment with the aid of traction. Patients were evaluated by a blind investigator, before and 1 week after the three injections. Before the treatment no difference has been found between the two groups according to the parameters; namely pain severity at rest, pain in walking and standing scored by Visual Analog Scale (VAS), daily analgesic consumption, duration of morning stiffness in minutes (min), painless walking distance in meters(m) and duration (min), Range of Motion (ROM) of passive and active knee flexion and extension (p>0.05). All of the above parameters improved in both groups after the treatment, the difference being statistically significant (p<0.0001). There was no difference between the two groups when the results of the treatments were compared (p>0.05). Therefore, PF joint space can be chosen for routine application since it is easier to perform and may be less traumatic.

8.A retrospective evaluation of cancer pain patients
H. Özbek, Ş. Atıcı, G. Işık
Pages 36 - 42
Bu çalışmada, Ocak 1995 - Aralık 1998 tarihleri arasında, Ç. Ü. T. F. Algoloji Bilim Dalı’na başvuran 663 hasta, karşılaştığımız sorunları, ilaç ve yöntemden kaynaklanan komplikasyonları değerlendirmek amacıyla retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların yaş ve cinsiyetleri, kanserin kaynaklandığı organlar ağrının nedeni, yoğunluğu ve bölgesel dağılımı, başvuru öncesi aldığı antineoplastik ve analjezik tedavi, bilim dalımız tarafından verilen medikal tedavi, uygulama yolu ve takip süresi, tedaviye bağlı saptanan komplikasyonlar tespit edilerek kaydedildi. Hastaların ortama yaşı 50 ± 16 idi. Neoplazmların kaynaklandığı bölgeler en sık gastrointestinal sistem (% 33.6), solunum sistemi (% 19.0) ve genitoüriner sistem (% 18.1) idi. Hastaların % 78.3’ünde metastaz bulunmaktaydı. Bize başvurmadan önce hastaların % 29.4’ü sadece cerrahi girişim, % 9.5’i kemoterapi, % 4.8’i radyoterapi ve % 0.3’ü hormonal tedavi görmüştü. Ağrı lokalizasyonunun en belirgin olduğu bölge abdominal bölge (% 21.1) idi. Hastaların % 24.9’unun üçten fazla bölgede ağrısı vardı. % 92.2 hastada ağrı nedeni tümör invazyonuydu. Hastaların % 93.2’si analjezik tedavinin yanında ko-analjezik ilaçlar da kullanmıştı. Başlıca analjezik uygulama yolu oral yol (% 89.7) idi. Hastaların kontrol sayıları 1-5 arasında (% 84.0) yoğunluk gösteriyordu. Hastalarda ilaçlara bağlı olarak bulantı, kusma, kaşıntı, kabızlık, idrar retansiyonu; uygulamalara bağlı olarak kontaminasyon, dural girişte zorlanma, kataterde tıkanma, başağrısı, porta bağlı allerji, subaraknoido-kuteneal fistül komplikasyon olarak saptandı. Sonuç olarak daha etkin tedavi protokollerinin hazırlanabilmesi ve komplikasyon sıklığını azaltabilmek için uzun izlem süreli, detaylı prospektif çalışmalara gereksinim olduğunu düşünmekteyiz.
In this study, 663 patients admitted to the Algology Department of our university were evaluated in order to define the patient characteristics, our treatment modalities and complications related to the medications and interventions. The age and sex of the patient, the origin of the neoplasm, the reason, intensity and distribution of pain, the antineoplastic and analgesic therapy taken before inclusion to the study, the treatment modalities performed in our clinic, the routes of administriation, the follow-up duration, the comlications related to the treatment are defined and recorded. The avarage age of the patients were 50 ± 16 years. The origins of the neoplasms were gastrointestinal tract (33.6 %), respiratory system (19.0 %), genitourinary tract (18.1 %). There was metastasis in 78.3 % of the patients. 29.4 % of the patients had only surgical intervention, 9.5 % had chemotherapy, 4.8 % had radiotherapy and 0.3 % had hormonal therapy before coming to our clinic. 38.2 % had two or more antineoplastic therapy. 13.6 % of the patients didn’t have analgesic therapy before us. The most dominant painful region was abdomen (21.1 %). 24.9 % of the patients had pain at more than three regions. In 92.2 % of the patients, the reason of the pain was tumor invasion. 93.2 % had recieved co-analgesics with the analgesic therapy. Main route of analgesic administration was oral route (89.7 %). Most of the patients (84.0 %) came to the clinic 1-5 times for the follow-up. For the medications; nausea, vomitting, pruritus, constipation, urinary retention, for the interventions; contamination, difficulty of dural penetration, obstruction of the catheter, headache, allergy to the port, subarachnoido-cutaneal fistula were the complications we have seen. As a result we believe that in order to have more effective treatment procols and reduce the complication rates, detailed prospective studies with long follow-up times are needed.

9.Effect of single dose tenoxicam on postoperative epidural analgesia in caeserean section cases
S. Gültekin, Ş. Özcan
Pages 43 - 46
Nonsteroid antienflamatuar ajanların preemptif analjezi sağlamak için kullanılabileceği bildirilmiştir. Bu çalışmada, sezaryen olgularında postoperatif analjezi yönetiminde preemptif veya perioperatif dönemde uygulanan tek doz tenoksikamın, epidural analjezi üzerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Epidural anestezi ile elektif sezaryen endikasyonu olan 67 olgu randomize olarak üç gruba ayrılarak; Grup P’ye operasyondan 3 saat önce tenoksikam 20 mg intramüsküler (i.m.), Grup T’ye intraoperatif bebek çıkımından hemen sonra tenoksikam 20 mg i.m., Grup K’ya ise yine bebek çıkımından hemen sonra serum fizyolojik 2 ml. i.m. yapıldı. Tüm olgularda postoperatif analjezi epidural meperidin ile sağlandı. Olguların postoperatif ilk 24 saat içinde meperidin tüketimi kaydedildi ve VRS (verbal ağrı skalası) istirahatte epidural meperidin uygulanmasından hemen önce ve 1’er saat sonra değerlendirildi. Gruplar arasında demografik değerler açısından fark yoktu (p>0.05). İlk 24 saat içerisinde tüketilen toplam meperidin miktarı; Grup K’da diğer iki gruptan daha yüksekti (p<0.05). Her üç grupta da epidural meperidin uygulanmasından hemen önce saptanan VRS skorları 1 saat sonraki değerlendirmede anlamlı olarak azalmıştı (p<0.01), bu değerler gruplararası karşılaştırıldığında ise anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Çalışmamız sonucunda tek doz tenoksikamın sezaryen ameliyatlarından sonra epidural opioid gereksinimini azalttığı fakat preemptif uygulanmasının perioperatif uygulanmasına bir üstünlüğü olmadığı kanısına varılmıştır.
Non-steroidal anti-inflammatory drugs are proposed for pre-emptive analgesia. In this study we aimed to investigate the additive effect of single dose systemic tenoxicam when applied preoperatively or peroperatively to patients who had undergone caesarean section (C/S) and were given epidural meperidine for postoperative analgesia. Sixty-seven ASA I patients scheduled to undergo lower segment C/S were divided into three groups randomly. Patients in Group P were given 20 mg tenoxicam intramusculary (i.m.) 3 hours before the operation; patients in Group T were given 20 mg tenoxicam i.m. intraoperatively just after the delivery of the baby and patients in Group K were given saline solution 2 ml. i.m. intraoperatively just after the delivery of the baby. Meperidine was administered for postoperative analgesia at the dose of 25 mg with the volume of 10 ml via epidural catheters in all patients. Meperidine consumptions were noted in the postoperative first 24 hours. Pain was evaluated with Verbal Rating Scale (VRS; 0=no pain, 4=unbearable pain) just before the injection and one hour after the injection of epidural meperidine. Groups were comparable on demografhic variables (p>0.05). Mean meperidine consumption in the first 24 hours was significantly lower in Group P (71.25 ± 23.18 mg) and in Group T (72.61 ± 18.74 mg) than Group K (96.87 ± 24.27 mg), but no difference was observed between Group P and Group T. Change in VRS values that were evaluated before the administration of epidural meperidine and one hour after the intervention was statistically significant within all three groups (p<0.01). However there was no statistically significant difference between all three groups in pain scores at each evaluating time and during 24 hrs as well, (p>0.05). We concluded that single dose tenoxicam does lower the need for opioid use after caesarean operations but pre-emptive administration of the drug was not shown to be superior to perioperative application.

10.Meralgia paresthetica in the differential diagnosis of low back pain
H. Erbay, A. Gökçe
Pages 47 - 49
Meralgia parestetika çeşitli cerrahi girişimlerin bir komplikasyonu olarak, diyabetik nöropati, bazı neoplaziler ya da geniş ve ağır kemer kullanma gibi nedenlerle lateral femoral kutanöz sinirin basısına bağlı gelişen bir tuzak nöropatisidir. Bazen bel ağrıları şeklinde yakınmalara da yol açtığından bel ağrılarının diğer nedenleri ile ayırıcı tanıya gitmek gerekebilir. Bel ve bacak ağrısı yakınmaları ile gelen ve daha önce lumbalji tanısıyla tedavi gören bir hastada bel ağrısına ve siyataljiye yönelik incelememizde fizik bakı ve radyolojik görüntülemelerde bir patoloji bulunamadı. Belde sıkı, geniş ve üzerinde ağırlık taşınan kemer kullanmaya bağlı gelişen meralgia parestetika düşünüldü. Lateral femoral kutanöz sinir bloğu ile yakınmaları geçen hastanın kemeri kaldırıldı ve istirahate alındı. Birbuçuk ay sonraki kontrolünde yakınmalarının tümüyle ortadan kalktığı gözlendi. Meralgia parestetika çeşitli nedenlerden kaynaklanabileceğinden etiyolojisinin iyi araştırılması, bel ağrılarının ayırıcı tanısında düşünülmesi ve öncelikle konservatif tedavi yöntemlerinin denenmesi gerektiği kanısına varıldı.
Meralgia paresthetica is an entrapment neuropathy arising from compression of lateral femoral cutaneous nerve as a surgical complication or diabetic neuropathy, some neoplasms or wide and heavy belt usage. It may cause complaints like low back pain and this requires differential diagnosis with other causes of low back pain. A 21 year old male patient was admitted to our hospital with low back and thigh pain. He also had a history of lumbalgia. Physical examination and radiologic studies for low back pain and siatalgia revealed no pathologic finding. Thight, wide and heavy belt usage was thought to be the most probable cause of meralgia paresthetica. His complaints disappeared by lateral femoral cutaneous blockage, removal of the belt and bed rest. He was completely symptom- free in his 45th day control. In this report, we aimed to emphasize this rare entity, meralgia paresthetica, from the point of its wide spectrum of etiology, need for a meticulous investigation of symptoms, and conservative therapy as the treatment of choice.

ABSTRACTS
11.Abstracts

Page 50
Abstract

KITAP TANITIMI
12.
Kitap tanıtımı

Page 53
Abstract

EDITÖRE MEKTUP
13.
Editöre mektup

Page 55
Abstract



   
Copyright © 2024 The Journal of The Turkish Society of Algology, All Rights Reserved.