ISSN : 1300-0012   E-ISSN 2458-9446 Home      |      Contact      |      TR
 
 
Volume: 36  Issue: 4   Year: 2024
  Ağrı: 32 (2)
Volume: 32  Issue: 2 - 2020
Hide Abstracts | << Back
EXPERIMENTAL AND CLINICAL STUDIES
1.An evaluation of palliative care service effect in patients with cancer diagnosis: Comparison in terms of the symptom level and care satisfaction
Meltem Saygılı, Yusuf Çelik
PMID: 32297968  doi: 10.14744/agri.2019.95770  Pages 61 - 71
Amaç: Bu çalışmanın amacı, kanser tanılı hastalarda palyatif bakım hizmeti almanın, semptom ve memnuniyet düzeyine etkisini değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: Bu araştırma, Palyatif Bakım Merkezi’nde (PBM) hizmet alan 60 ve kamu hastanesinde genel bakım hizmeti alan 59 kanser tanılı hastayla gerçekleştirildi. İki farklı hastanede sunulan hizmetlerin etkisini değerlendirmede; Edmonton Semptom Tanılama Ölçeği ve Avrupa Kanser Tedavisi ve Araştırmaları Organizasyonu Bakım Memnuniyet Ölçeği (EORTC-IN-PATSAT32) kullanıldı. Veriler, SPSS ve Excel programları kullanılarak; sayı ve yüzde dağılımları, iki eş arasındaki farkın önemlilik testi ve tekrarlı ölçümlerde iki yönlü varyans analizi yöntemleriyle analiz edildi.
Bulgular: PBM’de hizmet alan hastaların semptom şiddetlerinin, daha yüksek olduğu belirlendi. Bir hafta ara ile gerçekleştirilen semptom değerlendirilmesinde, hastaneler arasında “yorgunluk, bulantı ve solunum güçlüğü” semptomları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu (p<0.05) ve genel bakım hizmeti alan hastaların bütün semptomlarında daha fazla iyileşme gerçekleştiği belirlendi. Ancak, PBM’de hizmet alan hastaların ortalama memnuniyet düzeyinin daha yüksek seviyede olduğu ve hastaneler arasındaki genel memnuniyet düzeyi farkının istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulundu (p<0.05).
Sonuç: Kanser hastaları açısından, PBM’de palyatif bakım alınması, bir kamu hastanesinde genel bakım hizmeti almaya kıyasla, semptom seviyelerinin azaltılmasında daha az etkilidir, ancak daha yüksek hasta memnuniyeti sağlamaktadır.
Objectives: The aim of this study was to evaluate the effect of palliative care on the symptom level assessment and satisfaction of patients diagnosed with cancer.
Methods: The study was carried out with 60 cancer patients who received service at a palliative care center (PCC) and 59 cancer patients who received general care services at a public hospital. The effect of the services provided at the 2 hospitals was evaluated using the Edmonton Symptom Assessment System and the European Organisation for Research and Treatment of Cancer In-patient Satisfaction with Care Questionnaire. The data were analyzed to determine number and percentage distributions, the significance of differences between 2 peers, and 2-way analysis of variance in repetitive measurements.
Results: It was determined that the symptom severity of the PCC patients was greater. In a 1 week interval, greater improvement was observed in all of the symptoms of the patients who received general care, and the evaluation revealed a statistically significant difference between the hospitals in terms of fatigue, nausea, and dyspnea (p<0.05). However, the mean satisfaction of the patients who received services at the PCC was higher, and the difference in the general satisfaction level between hospitals was statistically significant (p<0.05).
Conclusion: The palliative care provided to cancer patients at the PCC was less effective in reducing symptom levels compared with the results from patients of general care at a public hospital, but provided greater patient satisfaction.

2.Effect of regional or general anesthesia methods on mortality according to age groups in geriatric hip surgery patients
Alpaslan Akcan, Sema Şanal Baş, Mehmet Sacit Güleç
PMID: 32297965  doi: 10.14744/agri.2019.56689  Pages 72 - 78
Amaç: Çalışmamızda kalça cerrahisi geçiren geriatrik dönem hastalarında yaş faktörünün ve anestezi yöntemlerinin morbidite ve mortalite üzerine olan etkilerini değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Kalça cerrahisi geçiren, ASA I-IV grubuna giren, 65 yaş ve üstü hastalar çalışmaya dâhil edildi. Hastalar, yaşlı grup (≥65 yaş) Grup YG ve çok yaşlı (≥75 yaş) Grup ÇYG olarak sınıflandırıldı. Hastane elektronik kayıt sisteminden hastaların yaşı, cinsiyeti, ASA skoru, anestezi yöntemleri, intraoperatif ve postoperatif kan transfüzyonu gereksinimi, solunum ve kardiyovasküler komplikasyonlar, postoperatif yoğun bakım ihtiyacı, hastanede kalış süreleri, postoperatif dönemde komplikasyonların gelişme süresi, rejyonal ve genel anesteziye göre morbidite ve mortalite oranları yaş gruplarına göre değerlendirildi.
Bulgular: Kalça cerrahisi geçiren ASA I-IV grubuna giren 65 ile 95 yaş arasında toplam 258 hasta çalışmaya dâhil edildi. 75 yaşın üzerindeki Grup ÇYG, ASA III ve IV hastaların postoperatif dönemde morbidite ve mortalite oranları yüksek bulundu. Ayrıca Grup ÇYG hastalarında rejyonal anestezi yöntemlerinin daha çok tercih edilirken, anestezi yöntemleri arasında postoperatif morbidite ve mortalite açısından farklılık olmamak ile birlikte intraoperatif dönemde gelişen kardiyovasküler komplikasyonlar genel anestezi uygulanan hastalarda daha yüksek bulundu.
Sonuç: Kalça cerrahisi uygulanan hastaların yaş grupları ve anestezi yöntemlerine göre karşılaştırıldığı bu çalışmada uygulanan anestezi yöntemleri ile morbidite ve mortalite ilişkilendirilememek ile birlikte, mortalite için ileri yaş (≥75 yaş) ve yüksek ASA skoru en önemli risk faktörleridir.
Objectives: Hip surgeries performed in elderly patients are important in terms of both the physiological features of geriatric patients and the risks of surgery. The aim of this study was to evaluate the effects of age and the anesthesia method used on morbidity and mortality in geriatric patients who had hip surgery.
Methods: Patients who were aged 65 and older who also had hip surgery and had American Society of Anesthesiologists (ASA) Physical Status Scale scores were included in the study. The patients were classified as aged (Group AG) for those ≥65 years of age, and very aged (Group VAG) for those ≥75 years of age. Details obtained from the hospital electronic records system of the patients’ age, sex, ASA score, anesthesia method used, intraoperative and postoperative blood transfusion requirements, respiratory and cardiovascular complications, postoperative intensive care requirements, duration of hospital treatment, period of development of any postoperative complications, morbidity, and mortality were evaluated by age group.
Results: A total of 258 patients between the ages of 65 and 95 who had hip surgery and available ASA scores were included in the study. In Group VAG, the rate of morbidity and mortality of ASA III and IV patients was high in the postoperative period. Regional anesthesia methods were used more often in Group VAG patients, and there were more cardiovascular complications developing in the intraoperative period in the general anesthesia patients, although there was no difference between anesthesia methods in terms of postoperative morbidity and mortality.
Conclusion: In this study of elderly patients who had hip surgery, there was no correlation between the anesthesia method used and morbidity and mortality. Advanced age (≥75 years) and a high ASA score were the most important risk factors for mortality.

3.Are signs of burnout and stress in palliative care workers different from other clinic workers?
Oktay Faysal Tertemiz, Emel Tüylüoğlu
PMID: 32297959  doi: 10.14744/agri.2019.14880  Pages 79 - 84
Amaç: Palyatif bakım çalışanları acı, ızdırap, ölüm, keder, yas gibi yükü ağır kavramlarla sürekli temas halindedir. Palyatif çalışanlarında bakım süreçlerine eşlik etmeleri nedeniyle tükenmişlik sendromunun görülmesi daha sıktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya palyatif bakım çalışanları ile dahiliye ve nöroloji servisi çalışanları olarak toplam 47 kişi katıldı. Katılımcılar palyatif bakım çalışanları (Grup P) ve dahiliye ve nöroloji servisinde çalışanlar (Grup A) kabul edildi. Çalışmaya katılanlara Maslach tükenmişlik ölçeği, BECK anksiyete depresyon ölçeği ve Stres Belirtiler Ölçeği kullanıldı.
Bulgular: Kırk yedi sağlık çalışanı ölçekleri doldurmayı kabul etti. Her iki grupta da duygusal tükenme ve duyarsızlaşma puanı yüksek, kişisel başarı puanı ise düşük olarak bulundu. BECK anksiyete depresyon ölçeğine göre orta düzeyde anksiyete bulgusu mevcuttu. Ancak bilişsel-duyusal, fizyolojik ve ağrı yakınmaları ile stres belirtileri Grup A’da daha yüksekti.
Sonuç: Tükenmişlik, sağlık çalışanlarının karşı karşıya olduğu önemli bir sorundur. Özellikle palyatif bakım biriminde çalışan sağlık personelinde stres belirtileri ile bilişsel-duyusal, fizyolojik ve ağrı yakınması daha fazladır. Tükenmişlik nedenlerinin düzeltilmesine yönelik yapısal düzenlemeler yapılması çalışan sağlığını olumlu etkileyecektir.
Objectives: Palliative care workers have continuous exposure to the emotionally draining effects of pain, suffering, death, grief, and mourning. Burnout syndrome is common among these individuals who accompany patients on the way to death. This study evaluated burnout, stress, anxiety, and depression among care givers.
Methods: A total of 47 individuals working in palliative care units or internal disease and neurology clinics participated in the study. The participants were divided into 2 groups: palliative care workers (Group P) and workers in internal disease and neurology clinics (Group A). All of the participants completed the Maslach Burnout Inventory, the Beck anxiety and depression scales, and the Stress Appraisal Measure.
Results: A total of 47 healthcare workers agreed to complete the scales. Emotional burnout and desensitization scores were found to be elevated, and personal success scores were low in both groups. The Beck Anxiety Inventory revealed findings of moderate anxiety in both groups, while cognitive-sensorial, physiological, and pain complaints, as well as signs of stress, were more pronounced in Group A.
Conclusion: Burnout is a significant problem among healthcare workers and signs of stress and cognitive-sensorial, physiological, and pain complaints are particularly common among those working in palliative care units. Structural arrangements aimed at addressing the causes of burnout could positively affect the well-being of healthcare workers.

4.Detecting pain severity with full cup test in painful diabetic peripheral neuropathy
Bahar Say, Ufuk Ergün, Ayşe Yıldız, Murat Alpua, Şenay Arıkan Durmaz, Ebru Turgal
PMID: 32297966  doi: 10.14744/agri.2019.82653  Pages 85 - 90
Amaç: Dolu bardak testinin (DBT) ağrılı diyabetik periferal nöropati (ADPN)’de kullanımını ve geçerliliğini test etmek.
Gereç ve Yöntem: Bu kesitsel ve prospektif çalışmaya ADPN olan olgular alındı. Çalışma popülasyonunda periferal nöropati yapacak diğer nedenler ve kognitif yetmezlik dışlandı. Periferik nöropati tanısı muayene ve Douleur Neuropathique 4 (DN4) anketi kullanılarak gösterildi. Ağrı şiddeti tedavi öncesi ve sonrasında DBT ve Vizüel Analog Skala (VAS) ile değerlendirildi. Geçerlilik için DBT’nin VAS ile korelasyonuna bakıldı.
Bulgular: Çalışmaya 43 (33 kadın, 10 erkek) olgu alındı. Ortalama yaş 61.9±8.25, ortalama hastalık süresi 13.02±7.6 yıldı. Tip I DM 2 (%4.7) olguda, Tip II DM 41 (%95.3) olguda mevcuttu. HbA1c düzeyi ortalama 8.9±1.9 mmol/mol’du. Ağrı şiddetinin değerlendirilmesinde kullanılan VAS ve DBT tedavi öncesi ve sonrası karşılaştırıldığında ortalama skorlar tedavi öncesinde 6.7±2.05, 66.35±23.2, tedavi sonrasında ise 4.6±2.2, 41.36±23.5 bulundu. Sonuçlar istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001, p<0.001). Olgularda ortalama kontrol süresi 23.4 (minimum–maksimum: 15–30) gün oldu. Ağrı şiddet ölçeği DBT, tedavi öncesi ve sonrasında VAS ile yüksek korele bulundu (rs=0.86, p<0.001; rs=0.843, p<0.001).
Sonuç: Dolu bardak testi ADPN’de ağrı şiddetini belirlemede kullanışlı olabilir.
Objectives: The aim of this study was to test the utility and validity of the full cup test (FCT) to assess the severity of pain in subjects with painful diabetic peripheral neuropathy (PDPN).
Methods: Subjects with diabetic PDPN were enrolled for this prospective, cross-sectional study. Other causes of PDPN and subjects with cognitive impairment were excluded. The diagnosis of neuropathic pain was made using the results of a physical examination and the Douleur Neuropathique 4 questionnaire. Pain severity was assessed with a FCT and a visual analog scale (VAS) administered before and after treatment. The correlation of FCT with VAS was evaluated to examine validity.
Results: A total of 43 (33 female, 10 male) subjects were included. The mean age was 61.9±8.25 years and the mean disease duration was 13.02±7.6 years. Type I diabetes mellitus (DM) was present in 2 (4.7%) subjects and Type II DM in 41 (95.3%) subjects. The mean glycated hemoglobin level was 8.9±1.9 mmol/mol. When the mean VAS and FCT scores were analyzed, the results were 6.7±2.05 and 66.35±23.2, respectively, pretreatment and 4.6±2.2 and 41.36±23.5 posttreatment, which were both statistically significant (p<0.001, p<0.001). The mean control period was 23.4 days (min–max: 15-30 days). The VAS and FCT scores in pretreatment and posttreatment demonstrated a high positive correlation (rs=0.86, p<0.001; rs=0.843, p<0.001).
Conclusion: The FCT can be useful to detect pain severity in PDPN.

5.Comparison of epidural and intravenous route for acute and chronic postoperative pain control in patients with gynecological malignancy
Bedih Balkan, Gokhan Demirayak, Halil Çetingök, Cihan Comba, Yusuf Ziya Yener, Gülsüm Oya Hergünsel, İsa Aykut Özdemir
PMID: 32297961  doi: 10.14744/agri.2019.26986  Pages 91 - 98
Amaç: Jinekolojik malignite nedeniyle ameliyat edilen hastalarda epidural veya intravenöz hasta kontrollü analjezinin akut ve kronik postoperatif ağrı üzerine etkisini karşılaştırmak.
Gereç ve Yöntem: Postoperatif hasta kontrollü analjezi Grup 1 için epidural yol ve Grup 2 için intravenöz yoldan uygulandı. Ağrı, akut fazda postoperatif 24. saat ve kronik fazda 6. ayda Vizüel Analog Skoru (VAS) kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular: 24. saatte VAS skoru Grup 1’de Grup 2’ye göre daha düşük bulundu (3.29 ve 3.93; p<0.05). Altıncı aydaki VAS skorları istatistiksel anlamlı farklılık göstermeyecek şekilde Grup 1’de 2.03 ve Grup 2’de 2.53 idi. Altıcı aydaki LANSS skorlarında da anlamlı farklılık yoktu (p>0.05).
Sonuç: Bizim sonuçlarımız, akut dönemde epidural analjezi ile daha iyi sonuçlar elde edilebilmesine rağmen epidural ve intravenöz analjezinin ağrının kronikliği için benzer etkilere sahip olduğunu gösterdi.
Objectives: This study compared the effects of patient-controlled epidural and intravenous analgesia on acute and chronic postoperative pain in patients who were operated on for gynecological malignancy.
Methods: Postoperatively, patient-controlled analgesia was administered via epidural route to Group 1 and the intravenous route to Group 2. Pain was evaluated using the Visual Analog Scale (VAS) in the acute phase at postoperative 24 hours and at 6 months in the chronic phase.
Results: The VAS scores at 24 hours were lower in Group 1 than in Group 2 (3.29 vs 3.93; p<0.05). The VAS scores at 6 months were 2.03 in Group 1 and 2.53 in Group 2, indicating no statistically significant difference (p>0.05). There was no significant difference in the Leeds Assessment of Neuropathic Symptoms and Signs pain scale scores at 6 months (p>0.05).
Conclusion: The results showed that epidural and intravenous analgesia had a similar effect regarding the chronicity of pain but better outcomes were achieved with epidural analgesia in the acute stage.

CASE REPORTS
6.Dermatomyositis presenting with low back pain
Hüseyin Elik, Damla Demir, Rana Terlemez, Figen Yılmaz, Zehra Duman, İlknur Kıvanç Altunay, Banu Kuran
PMID: 32297962  doi: 10.5505/agri.2018.45578  Pages 99 - 102
Dermatomiyozit (DM), nadir görülen bağ doku hastalıklarından olup cilt lezyonları ve kas biyopsisindeki enflamatuvar değişiklikler ile karakterizedir. DM tanısı için karakteristik raşlara ilaveten proksimal kas güçsüzlüğü ve kas enzim düzeylerinin artışı gibi kriterlere gerek duyulmaktadır. Kadınlarda 2 kat fazla görülmekle birlikte, hastalığın ortaya çıkış yaşı ortalama 50 yaştır. Biz bu olgu sunumunda bel ağrısı ve bacaklarda güçsüzlük şikayeti olan kliniğimize lomber disk hernisi ön tanısı ile gönderilen bir olguyu sunmayı amaçladık. Bu yazıda, kliniğimize proksimal kas güçsüzlüğü ve bel ağrısı ile başvuran 29 yaşındaki bir olgu sunduk. Olgu nöroşirurji kliniğinden lomber disk hernisi tanısı ile kliniğimize refere edildi. Fizik muayenede dermatomiyozit için karakteristik cilt lezyonları saptandı. İğne elektromiyografi ve cilt biyopsisi sonrasında kortikosteroid tedavisi başlandı. Geç tanı konan hastalarda kaslarda yağlı değişiklik gelişmesi geri dönüşsüz kas kuvvetsizliğine ve yürüme bozukluğuna yol açabilir. Enflamasyonun erken dönemde baskılanması tedaviye dramatik yanıt almada önemlidir.
Dermatomyositis (DM) is a rare connective tissue disease characterized by skin lesions and inflammatory changes observed in muscle biopsy findings. A definitive diagnosis of DM requires a characteristic rash in addition to proximal muscle weakness and muscle enzyme level elevation. DM is twice as common in women as men, with an age of onset of approximately 50 years. This case report describes a 29-year-old patient with low back pain and proximal muscle weakness in the legs diagnosed as lumbar disc herniation who was then referred by the neurosurgery department to our clinic. A physical examination revealed the characteristic skin lesions for dermatomyositis. Needle electromyography and a skin biopsy were performed, and corticosteroid treatment was initiated. In misdiagnosed patients, fatty infiltration in the muscles may cause irreversible weakness and gait disturbance. Early suppression of inflammation is important and can yield a dramatic response to treatment.

7.A probable case of pregabalin - related reversible hearing loss
Resul Yılmaz, Şeyda Türk, Ruhiye Reisli, Sema Tuncer Uzun
PMID: 32297964  doi: 10.5505/agri.2018.48753  Pages 103 - 105
Pregabalin ve gabapentin, analjezik, antikonvülsan ve anksiyolitik özelliklere sahip benzer bileşiklerdendir. Bu tür farmakolojik özellikler nedeniyle, nöropatik ağrı tedavisinde ve anksiyete bozukluklarında genel olarak dünyada yaygın olarak kullanılmaktadırlar. Santral sinir sisteminde baş dönmesi ve uyuşukluk gibi hafif ila orta şiddette yan etkiler pregabalinin kullanımını sonlandırmada önemli faktörlerdir. Aynı zamanda, bazı çalışmalarda, doza bağlı pregabalin kullanımı, hastalarda periferik ödem ve kilo vermeye neden olmuştur. Bu olguda, önceden pregabalin kullanan hastanın ilaç dozunda bir artış yapıldıktan sonra oluşan işitme kaybını sunmak istedik.
Pregabalin and gabapentin are similar compounds with analgesic, anticonvulsant, and anxiolytic characteristics. Due to these pharmacological features, they are commonly used throughout the world in neuropathic pain treatment and anxiety disorders. Mild to moderate side effects of the central nervous system, such as dizziness and somnolence, are important factors in deciding to terminate the use of pregabalin. Studies have also reported that the use of dose-dependent pregabalin resulted in peripheral edema and weight gain. Described in this case report is hearing loss occurring after an increase in the drug dose of a patient using pregabalin.In this case, we wanted to present the occuring hearing-loss after an increase in the drug dose of the patient already using pregabalin.

8.Superficial cervical plexus block in ear surgery: A case report
Neşe Türkyılmaz, Can Aksu, Yavuz Gürkan
PMID: 32297963  doi: 10.5505/agri.2018.45762  Pages 106 - 108
Elli dokuz yaşındaki erkek hastanın kulak operasyonu için yüzeyel servikal pleksus bloğu uygulanması ile ilgili tecrübemizi paylaşmayı hedefledik. Yüzeyel servikal pleksus anterolateral boyun, kulak ve omuzun yüzeysel yapılarının duyusal innervasyonunu sağlar. Ultrason kılavuzluğunda yapılan servikal pleksus bloğu kulak cerrahisinde hem anestezi hem de analjezi amacı ile uygulanabilecek alternatif bir yöntem olabilir.
The aim of this study was to share our experience with the application of a superficial cervical plexus block in the ear operation of a 59-year-old male patient. The superficial cervical plexus provides sensory innervation of the superficial structures of the anterolateral neck, ear, and shoulder. Ultrasound-guided cervical plexus block may be an alternative method for both anesthesia and analgesia in ear surgery.

9.Do we inspecting the patient face who has shoulder pain?
Zeynep Issı, Yüksel Erkin
PMID: 32297960  doi: 10.5505/agri.2018.14892  Pages 109 - 112
Pancoast tümörü ya da superiyor sulkus tümörü, nadir görülen bronkojenik karsinomlardandır. Erken dönemde omuz ağrısı en sık semptomdur. Bizim hastamızda omuz ve kol ağrısı şikayetiyle gelmesi nedeniyle diğer başvurduğu polikliniklerde öncelikle muskuloskeletal nedenler ve radikülopati açısından tetkik edilmiş ve yüzündeki Horner sendromu dikkat çekmemişti. Aynı zamanda hastanın ağrısı ön planda olması nedeniyle, bu durumdan şikayetçi değildi. Anhidrozisin yüzü ve boyun bölgesini kapsaması nedeniyle preganglionik Horner sendromu düşünülen hastadan ileri görüntüleme istenildi. Pancoast tümörü olan hastaların %50’sinden azı ilk tanıda rezektabl lezyonlara sahip olurlar. Akciğere yönelik şikayetleri daha az ve geri planda olan bu hastalarda muskuloskeletal hastalıklar öncelikle düşünülür ve tanı koyulması gecikir ya da yanlış tanı alırlar. Bu nedenle kol ve omuz ağrısı ile gelen hastalarda ayrıntılı muayene ve anamnezin önemi büyüktür.
A Pancoast or superior sulcus tumor is a rare, bronchogenic carcinoma. In the early period, shoulder pain is the most common symptom. In this case, the patient had presented with complaints of shoulder and arm pain at other outpatient clinics and was examined primarily for musculoskeletal causes and radiculopathy. The patient had no complaints of facial symptoms and Horner’s syndrome signs, such as anhidrosis of the face and neck region, were not noticed. Advanced imaging of a patient with preganglionic Horner’s syndrome is important. Fewer than 50% of patients with a Pancoast tumor have a resectable lesion at the first diagnosis. Diagnosis is often delayed or there may be a misdiagnosis because musculoskeletal disorders are the focus and there are few lung-related complaints. A detailed examination and anamnesis is very important in patients with arm and shoulder pain.

LETTER TO THE EDITOR
10.Platelet-rich plasma injection in a patient with adhesive capsulitis due to chronic kidney disease
Hüma Bölük Şenlikci, Sevgi İkbali Afşar, Selin Özen
PMID: 32297967  doi: 10.14744/agri.2019.83435  Pages 113 - 114
Adheziv kapsülit kronik böbrek hastalığı olan hastalarda sık rastlanan bir problemdir. Hastalar eklem tutukluğu ve ağrılı hareketlerden şikayetçidir. Non-steroid antiinflamatuar ilaçlar, intraartiküler enjeksiyonlar ve fizik tedavi konvansiyonel yaklaşımlar arasındadır. Trombosit zengin plazma enjeksiyonu (TZP) gibi yeni yaklaşımlar uygulanabilir ancak adheziz kapsülitli hastalarda yeterli kanıta sahip değildir.
70 yaşında diyaliz tedavisi alan kadın hasta polikliniğimize omuzda hareket kısıtlılığı ve ağrı şikayetleri ile başvurdu. Manyetik Rezonans görüntüleme (MRG) ile adheziv kapsülit tanısı aldı. TZP enjeksiyonu planlandığı şekilde 3 seans ve her seans arası 15 gün olacak şekilde uygulanmaya başlandı. Vizüel analog skala (VAS), kol, omuz ve el anketi (DASH) ve eklem hareket açıklığı (ROM) prosedür öncesi değerlendirildi. ROM,DASH ve VAS 2 haftada 1 enjeksiyon sonrası değerlendirildi.Son değerlendirmede hastanın fleksor, abduktor ve internal rotator ROMlarında artış olduğu görüldü.Ancak değerlendirmede hastanın ağrı ve fonksiyonel durumunda DASH ve VAS’a göre herhangi bir düzelme saptanmadı.
Adhesive capsulitis is a common problem in patients with chronic kidney disease. Patients suffer from joint stiffness and painful joint movement.Conservative treatments consist non-steroid antiinflamatory drugs, intraarticular injections and physical therapy. Newer approches such as platelet-rich plasma injections (PRP) also can be applied but there is little evidence for the effectiveness of PRP in patients with adhesive capsulitis.
A 70 year-old woman, receives dialysis treatment admitted to our out-patient clinic with stiffness and pain in her right shoulder. Her diagnosis was confirmed with MRI as adhesive capsulitis., PRP injectionn began to be applied as planned; 3 times, 15 days between each injection. Visual analog scale (VAS), disabilities of the arm, shoulder and hand questionnare (DASH) and range of motion (ROM) of her right shoulder were evaluated before the procedure process. ROM, DASH and VAS were assessed every 2 weeks after each injection. At the last assesment average ROM increased on flexor, abductor and internal rotator sides. It was evaluated 90° for flexion, 90° for abduction and 30° for internal rotation. However, she didn’t report any improvement for function and pain based on DASH and VAS.



   
Copyright © 2024 The Journal of The Turkish Society of Algology, All Rights Reserved.