|
Cilt: 36 Sayı: 4 Yıl: 2024
|
|
Ağrı: 36 (4)Cilt: 36 Sayı: 4 - 2024 |
|
Özetleri Gizle | << Geri | ÖN SAYFALAR |
1. | Ön Sayfalar Front Matter Sayfalar I - X
|
|
DERLEME |
2. | Nöroaksiyel blokları takiben gelişen kraniyal sinir felçleri Cranial nerve palsies following neuraxial blocks Mete Manici, Rafet Onur Görgülü, Kamil Darçın, Yavuz Gürkan PMID: 39431676 doi: 10.14744/agri.2024.69345 Sayfalar 209 - 217
Spinal anestezi, tüm dünyada çeşitli ameliyatlar için en çok uygulanan bölgesel anestezi tekniklerinden biridir. Kraniyal sinir felci, santral nöroaksiyel bloğun nadiren bildirilen bir komplikasyonudur. Etiyolojisi değişkenlik göstermekle birlikte, en sık intrakraniyal hipotansiyona bağlı sinir sıkışması veya traksiyonu ile ilişkilidir. Ekim 2023’te PubMed ve Google Scholar veri tabanlarında, 1952 ile 2023 yılları arasında yayınlanmış İngilizce makaleler arandı. Bu derlemede, 93 makale ve olgu sunumunu analiz ettik. Bu makalede, literatürde şimdiye kadar yayınlanmış 105 vakanın bir derlemesi sunulmuştur. Kraniyal sinir felçleri obstetrik ve jinekolojik olgularda daha sık görüldü. En sık 6. kraniyal sinir felci bildirilmiştir. Birden fazla kraniyal sinirin felci aynı anda gelişebilir ve bilateral veya unilateral olabilir. Genel olarak tek taraflı paralizi gözlenmiştir. 3., 4. ve 6. kraniyal sinir felçlerinde en sık görülen bulgu diplopi idi. Sekizinci kraniyal sinir felcinde ise en fazla işitme kaybı görülmüştür. Semptomları olan hastaların erken tanınması ve tanı yöntemlerinin kullanılmasının tedavide etkili olduğu görülmüştür. Spinal ve epidural anestezi ve dural ponksiyon sonrası en sık görülen kraniyal sinir yaralanmaları 6. ve 3. kraniyal sinir felçleridir. Semptomların esas olarak beyin omurilik sıvısı (BOS) basıncındaki değişikliklere bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir. Tedavi planlarının mekanizmaya göre tasarlanması önerilmektedir. Spinal anesthesia is one of the most frequently performed regional anesthesia techniques for a variety of surgeries world-wide. Cranial nerve palsy is a rarely reported complication of central neuraxial block. The etiology varies; however, it is most often associated with nerve compression or traction due to intracranial hypotension. In October 2023, we searched PubMed and Google Scholar databases for English-language articles published between 1952 and 2023. The following search terms were used in the search strategy: olfactory, optic, oculomotor, trochlear, trigeminal, abducens, facial, vestibulocochlear, glossopharyngeal, vagus, accessory, hypoglossal nerve palsies, and epidural, spinal anesthesia, or dural puncture. The search was limited to humans and case reports written in English. We analyzed 89 articles and case reports in this review. In this article, a review of 105 cases published so far in the literature is presented. Cranial nerve palsies were more common in obstetric and gynecological cases. The 6th cranial nerve palsy was reported most frequently. Paralysis of more than one cranial nerve may develop simultaneously and may be bilateral or unilateral. In general, unilateral paralysis has been observed. The most common finding in 3rd, 4th, and 6th cranial nerve palsies was diplopia. In 8th cranial nerve palsy, hearing loss was the most observed symptom. PDPH is mostly associated with cranial palsies in most cases. It was observed that early recognition of patients with symptoms and utilization of diagnostic methods were effective in treatment. The most common cranial nerve injuries following spinal and epidural anesthesia and dural puncture are 6th and 3rd cranial nerve palsies. Symptoms are believed to occur mainly due to variations in cerebrospinal fluid (CSF) pressure. It is recommended to design treatment plans based on the mechanism. |
|
DENEYSEL VE KLINIK ÇALIŞMALAR |
3. | Lumbar disk hernisinde trans-sakral epiduroskopik lazer dekompresyonun yaşam kalitesine etkisi The impact of trans-sacral epiduroscopic laser decompression on quality of life in lumbar disc herniation Sibel Özcan, Arzu Muz, Aysun Yıldız Altun, Rustem Payam, Mehmet Fatih Polat, Selami Ateş Önal PMID: 39431678 doi: 10.14744/agri.2023.75983 Sayfalar 218 - 226
Amaç: Trans-sakral epiduroskopik lazer dekompresyon (SELD), video kılavuzlu kateter ve lazer kullanılan, lomber disk hastalığında minimal invaziv tedavi için tercih edilen seçeneklerden biridir. Bu çalışmanın amacı, lomber disk hernisi olan hastalarda SELD tedavisinin ağrı, özürlülük ve yaşam kalitesi üzerine etkisini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Ocak 2015–Haziran 2017 arasında SELD yapılan toplam 76 hasta retrospektif olarak incelendi. Oswestry Engellilik İndeksi (ODI) ve Görsel Analog Skala (VAS) skorları işlem öncesi ve SELD’den 1, 3, 6, 12 ay sonra kaydedildi. Yaşam kalitesi, işlem öncesi ve SELD’den 12 ay sonra kaydedildi. Hasta memnuniyeti ise son takipte Odom Kriterlerine göre değerlendirildi. Bulgular: Bel ağrısı ve radiküler ağrıda, VAS skoru son takipte 6.5±0.9 ve 7.2±0.3’ten 2.31±1.6 ve 2.9±1.3’e düşerek iyileşme gözlendi (p<0.001). ODI ile değerlendirilen özürlülük oranında ise 65.21±1.7’den 21.38±1.0’a düşüş tespit edildi. İşlem sonrası SF-36 skoru, anketin tüm alt değişkenlerinde istatistiksel olarak daha yüksekti. Son değerlendirmede, hastaların %65.8’i işlem sonrası memnuniyetlerini Odom Kriterlerine göre mükemmel-iyi olarak bildirdi. Sonuç: Trans-sakral epiduroskopik lazer dekompresyon, kronik bel ağrısı ve/veya radiküler ağrısı olan, konservatif tedavilere ve epidural steroid uygulamasına yanıt vermeyen hastalarda ağrı ve özürlülük skorunu iyileştirerek yaşam kalitesini artırmaktadır. Objectives: Trans-sacral epiduroscopic laser decompression (SELD), employing a video-guided catheter and laser, is one of the preferred options for minimally invasive treatment in lumbar disc disease. The aim of this study was to evaluate the effect of SELD treatment on pain, disability, and quality of life in patients with lumbar disc herniation. Methods: Between January 2015 and June 2017, a total of 76 patients who underwent SELD were examined retrospectively. The Oswestry Disability Index (ODI) and Visual Analog Scale (VAS) scores were recorded preoperatively, as well as 1, 3, 6, and 12 months after SELD. Quality of life was recorded preoperatively and 12 months after SELD. Patient satisfaction was evaluated based on Odom’s Criteria at the final follow-up. Results: Improvement was observed in low back pain and radicular pain, with the VAS score decreasing from 6.5±0.9 and 7.2±0.3 to 2.31±1.6 and 2.9±1.3 at the final follow-up (p<0.001). The rate of disability, assessed by ODI, decreased from 65.21±1.7 to 21.38±1.0 at the final follow-up. SF-36 scores were statistically higher for all sub-variables of the questionnaire after the procedure. At the final follow-up, 65.8% of patients reported a degree of satisfaction as excellent-good based on Odom’s Criteria. Conclusion: Trans-sacral epiduroscopic laser decompression enhances quality of life by improving pain and disability scores in patients with chronic low back and/or radicular pain who do not respond to conservative treatments and epidural steroid administration. |
|
4. | Çocuk acil servislerinde kullanılan renkli maskelerin çocukların ağrı algısına etkisi: Randomize kontrollü çalışma The effect of colored masks used in pediatric emergency clinics on children's pain perception: Randomized controlled study Eda Gülbetekin, Fatma Gül Can, Selahattin Karagöz PMID: 39431669 doi: 10.14744/agri.2023.00086 Sayfalar 227 - 235
Amaç: Bu çalışma, çocuk acil servislerinde hemşirelerin kullandığı renkli cerrahi maskelerin çocukların ağrı algısı üzerindeki etkisini incelemek amacıyla randomize kontrollü olarak yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma, Türkiye’nin doğusundaki bir ilde bulunan bir Devlet Hastanesinin çocuk acil polikliniğine başvuran 1–3 yaş arası 81 çocuk ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, ağrı algı düzeyini ölçmek amacıyla “Kişisel Bilgi Formu” ve “Yüz İfadesi, Bacak Hareketi, Aktivite, Ağlama, Teselli Edilebilirlik (FLACC) Ağrı Değerlendirme Aracı” kullanılarak toplanmıştır. Damar yolu işlemi yapılırken, deney grubunda renkli cerrahi maske, kontrol grubunda ise beyaz cerrahi maske kullanılmıştır. Çocukların ağrısı, hemşire gözlemlerine dayanarak değerlendirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde bağımsız örneklem t-testi ve ANOVA testi kullanılmıştır. Sonuçlar %95 güven aralığında ve p<0.05 anlamlılık düzeyinde değerlendirilmiştir. Bulgular: Beyaz maske grubundaki çocukların %35’inin 1 yaşında, %35’inin ise 3 yaşında olduğu görülmüştür. Renkli maske grubundaki çocukların %46.3’ü 2 yaşındadır. Beyaz maske grubundaki çocukların %52.5’i, renkli maske grubundaki çocukların ise %31.7’si kızdır. “FLACC” ölçeğinin toplam puanı beyaz maske grubunda 8.92±1.526, renkli maske grubunda ise 4.73±2.721 olmuştur. Sonuç: 1–3 yaş arası çocuklarda damar yolu işlemi sırasında hemşireler tarafından renkli cerrahi maske kullanımının çocukların ağrı algısını azaltmada etkili olduğu belirlenmiştir. Objectives: This study was conducted in a randomized controlled manner to examine the effect of colored surgical masks used by nurses in pediatric emergency clinics on children’s pain perception. Methods: The study included 81 children aged 1–3 years who applied to the pediatric emergency clinic of a State Hospital located in a province in eastern Turkey. Data were collected using the “Personal Information Form” and the “Facial Expression, Leg Movement, Activity, Cry, Consolability (FLACC) Pain Assessment Tool” to measure the level of pain perception. During the vascular access procedure, colored surgical masks were used in the experimental group, while white surgical masks were used in the control group. Children’s pain was assessed based on nurse observations. Independent samples t-test and ANOVA were employed to assess the data. The results were evaluated with a 95% confidence interval and a significance level of p<0.05. Results: It was observed that in the white mask group, 35% of the children were 1 year old and 35% were 3 years old. In the colored mask group, 46.3% of the children were 2 years old. Furthermore, 52.5% of the children in the white mask group and 31.7% in the colored mask group were girls. The total mean score of the “FLACC” scale was 8.92±1.526 in the white mask group and 4.73±2.721 in the colored mask group. Conclusion: The use of colored surgical masks by nurses during vascular access in children aged 1–3 years was found to be effective in reducing children’s pain perception. |
|
5. | Lomber diskopatide Disc-Fx yöntemiyle intradiskal diskektomi + RFTC uygulanan hastaların retrospektif olarak değerlendirilmesi Retrospective evaluation of patients treated with intradiscal discectomy + RFTC using the Disc-Fx method in lumbar discopathy Hatice Kaykusuz, Süheyla Karadağ Erkoç, İbrahim Aşık PMID: 39431672 doi: 10.14744/agri.2023.20633 Sayfalar 236 - 247
Amaç: Alt bel ağrısı, hayat kalitesini bozan, hem sosyal hem de çalışma hayatında kısıtlılığa neden olan önemli bir halk sağlığı sorunudur. Özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarda sıklığı giderek artmaktadır ve konservatif ya da cerrahi prosedürlerle tedavi edilmeye çalışılır. Fakat konservatif tedaviye yanıt alınamadığında, yüksek komplikasyon oranlı cerrahi planlamak ne kadar akıllıcadır? Günümüzde, cerrahi kadar etkin ve daha az komplikasyonlu minimal invazif prosedürler bu nedenle yaygınlaşmaktadır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, alt bel ağrısı nedenli minimal invazif tekniklerden biri olan Disc-Fx prosedürünün etkinliğinin araştırılması planlandı. Bu nedenle, çalışmamıza Disc-Fx prosedürü uygulanan hastalar dâhil edildi. Bu prosedür uygulanan hasta ve hasta yakınları telefonla arandı. Hasta ve hasta yakınlarına bilgi verildi ve onam alındıktan sonra işlem öncesi ve işlem sonrasına yönelik sorular soruldu. Hastaların verileri telefonla ve hastane veritabanından elde edildi. 18 yaşından büyük 40 hastanın bilgileri toplanıp, oluşturulan protokole göre retrospektif olarak incelendi. Daha sonra veriler istatistiksel hesaplamaya tabi tutularak sonuçlar elde edildi. Bulgular: Elde ettiğimiz veriler ışığında; literatüre benzer şekilde, preoperatif VAS, ODI ve MacNab skorlarının postoperatif 1., 6. ve 12. ayların sonundaki değerleri arasında anlamlı fark tespit edildi. Hatta preoperatif döneme göre postoperatif her bir dönemdeki VAS, ODI ve MacNab değerleri arasında anlamlı fark tespit edildi. Ayrıca çalışmamızda alt bel ağrısı etiyolojisinde önemli olabilecek faktörler de değerlendirildi. Sonuç: Sonuç olarak, Disc-Fx prosedürünün düşük komplikasyon oranları, hasta sonuçları ve analjezik ihtiyacında azalma oluşturması sebebiyle özenle seçilen hastalar için umut vaat eden bir prosedür olduğu düşünülmektedir. Daha fazla hasta sayısı ile daha uzun süre hasta takibi yapılan randomize kontrollü çalışmaların yapılması sonucu daha net sonuçlar elde edilebileceği kanısına varılmıştır. Objectives: Low back pain is an important public health problem that impairs quality of life and causes limitations in both social and working life. It is attempted to be treated with conservative or surgical procedures. However, how wise is it to plan surgery with a high complication rate when conservative treatment fails to respond? Methods: In this study, it was planned to investigate the effectiveness of the Disc-Fx procedure, which is one of the minimally invasive techniques for low back pain. Patients who underwent the Disc-Fx procedure were included. After consent was obtained, questions were asked before and after the procedure. The data of the patients were obtained by telephone and hospital database. Data of 40 patients older than 18 years of age were collected and analyzed retrospectively according to the established protocol. Then, the data were subjected to statistical calculation and the results were obtained. Results: Similar to the literature, there was a significant difference between preoperative and postoperative 1st, 6th, and 12th months of VAS, ODI, and MacNab values. In fact, a significant difference was found between the VAS, ODI, and MacNab values in each postoperative period compared to the preoperative period. In addition, factors that may be important in the etiology of low back pain were also evaluated. Conclusion: The Disc-Fx procedure is thought to be a promising procedure for carefully selected patients due to its low complication rates. It has been concluded that more precise results can be obtained as a result of randomized controlled studies with a larger number of patients and longer follow-up of patients. |
|
6. | Boyun ağrısıyla ilişkili özür seviyesi orta ve şiddetli olan kadınlarda gövde kas enduransı ve ayakta durma dengesinin özür seviyesine göre incelenmesi Investigation of trunk muscle endurance and standing balance according to severity of disability in women with moderate to severe disability due to neck pain Müge Kırmızı, Gamze Yalçınkaya Çolak, Yeşim Salık Şengül, Orhan Kalemci PMID: 39431680 doi: 10.14744/agri.2023.90907 Sayfalar 248 - 256
Amaç: Kronik boyun ağrılı kadınlarda gövde kas enduransı, ayakta durma dengesi ve boyun özür seviyesi arasındaki ilişkiyi incelemek ve gövde kas enduransı ile ayakta durma dengesini özür seviyesine göre karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Boyun Özür İndeksi skoru %30–%70 olan otuz bir kronik boyun ağrılı kadın dahil edildi. Boyun fleksörleri ve gövde fleksörleri, ekstansörleri ve lateral fleksörlerinin izometrik endurans süreleri ölçüldü. Overall denge indeksi (OSI), anteri-or/posterior denge indeksi (APSI) ve medial/lateral denge indeksi dört koşulda elde edildi: sert zemin üzerinde gözler açık (GA-Sert), sert zemin üzerinde gözler kapalı, yumuşak zemin üzerinde gözler açık ve yumuşak zemin üzerinde gözler kapalı (GK-Yumuşak). Daha yüksek indeks skorları, daha büyük postural salınımı ifade eder. İlişki için doğrusal regresyon analizi kullanıldı. Katılımcılar, özür skorlarına göre orta seviye özre veya şiddetli özre sahip olanlar olarak iki gruba ayrıldı ve gruplar karşılaştırıldı. Bulgular: Gövde fleksör endurans süresi, özür seviyesi (R-kare=0.18, F(1.29)=6.453) ve GK-Yumuşak koşulda elde edilen APSI (R-kare=0.17, F(1.29)=6.105) üzerinde etkili bulundu (p<0.05). Gövde ekstansör endurans süresi, GA-Sert koşulda elde edilen OSI üzerinde etkili bulundu (R-kare=0.14, F(1.29)=4.775, p<0.05). Özür seviyesi orta olan kadınların gövde fleksörlerinin endu-rans süreleri, özür seviyesi şiddetli olan kadınlara göre uzundu (Cohen’s d=0.89, p<0.05). Sonuç: Kronik boyun ağrılı kadınlarda gövde fleksör ve ekstansör kasların izometrik endurans süreleri ayakta duruş dengesi ile ilişkiliydi. Gövde fleksör enduransı, boyun özür seviyesi ile de ilişkiliydi. Ayrıca, özür seviyesi orta olan kadınlar, şiddetli olanlara göre daha iyi gövde fleksör enduransına sahipti ve farkın etki büyüklüğü büyüktü. Objectives: To investigate the association between trunk muscle endurance, standing balance, and neck disability in women with chronic neck pain (CNP) and to compare trunk muscle endurance and standing balance according to disability severity. Methods: Thirty-one women with CNP and Neck Disability Index scores of 30%–70% were included. Isometric endurance times of neck flexors, trunk flexors, extensors, and lateral flexors were measured. Overall stability index (OSI), anterior/posterior stability index (APSI), and medial/lateral stability index (MLSI) were obtained to assess standing balance under the following conditions: eyes-open on a firm surface (EO-Firm), eyes-closed on a firm surface, eyes-open on foam, and eyes-closed on foam (EC-Foam). Higher index scores indicate larger postural sway. Linear regression analysis was used for association. Participants were divided into two groups based on their disability scores, either having moderate or severe disability, and the groups were compared. Results: Trunk flexor endurance time had an effect on disability (R-squared=0.18, F(1.29)=6.453) and APSI under the EC-Foam condition (R-squared=0.17, F(1.29)=6.105) (p<0.05). Trunk extensor endurance time had an effect on OSI under the EO-Firm condition (R-squared=0.14, F(1.29)=4.775, p<0.05). Women with moderate disability had longer endurance times than those with severe disability for trunk flexors (Cohen’s d=0.89, p<0.05). Conclusion: Isometric endurance times of trunk flexors and extensors were associated with standing balance in women with CNP. Trunk flexor endurance was also associated with neck disability. Furthermore, women with moderate disability had better trunk flexor endurance than those with severe disability, with a large effect size. |
|
7. | Serebral palsili çocukların bakımını üstlenen bireylerde görülen ağrı fenotipleri Pain phenotypes in caregivers of children with cerebral palsy Tuğba Cirit, İsmail Saraçoğlu PMID: 39431674 doi: 10.14744/agri.2024.28999 Sayfalar 257 - 265
Amaç: Serebral palsili (SP) çocukların bakımını üstlenen bireylerde görülen kronik ağrı fenotiplerini belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Bireylerde baskın ağrı tipinin prevalansını belirlemek için güncel bir sınıflandırma sistemi kullanıldı. Bu doğrultuda, bireylere Vizüel Analog Skalası, Margolis Ağrı Diyagramı, Santral Sensitizasyon Ölçeği ve Kısa Form-36 ölçekleri uygulandı. Ayrıca bireylere kantitatif duyu muayenesi yapıldı. Bulgular: Çalışmamız 60 birey ile tamamlandı. Bireylerin %30’unda nosiseptif ağrı, %25’inde nosiplastik ağrı ve %5’inde nöropatik ağrı baskın ağrı tipi olarak belirlendi. Baskın ağrı tiplerine göre bireylerin ağrı süresi (p=0.365) ve yaşam kaliteleri anlamlı farklılık göstermedi (p>0.05). Ancak ağrı şiddeti (p=0.016) ve Santral Sensitizasyon Ölçeği skorları (p<0.001) açısından ağrı tipleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Sonuç: SP’li çocukların bakımını üstlenen bireylerde en yaygın görülen ağrı tipi nosiseptif ağrı olarak saptandı. Ayrıca, ağrı fenotipleri arasında ağrı şiddetinin en yüksek olduğu tipin nöropatik ağrı olduğu sonucuna ulaşıldı. Mekanizmaya dayalı sınıflandırma sisteminin klinik kılavuzlarda yer alması için geçerlik ve güvenilirliğin gösterilmesi gerektiğinden bu alanda daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Objectives: To determine the phenotypes of chronic pain seen in individuals caring for children with cerebral palsy (CP). Methods: A current classification system was used to determine the prevalence of predominant pain phenotypes in caregivers of children with CP. To this end, the Visual Analog Scale, Margolis pain diagram, Central Sensitization Inventory, and Short Form-36 questionnaire were administered to the participants. In addition, the participants underwent a quantitative sensory examination. Results: This study was concluded with 60 individuals. The predominant pain phenotype was nociceptive pain in 30% of the participants, nociplastic pain in 25%, and neuropathic pain in 5%. The pain duration (p=0.365) and quality of life of the individuals did not significantly differ according to the predominant pain phenotypes (p>0.05). However, there was a statistically significant difference between the pain phenotypes in terms of pain severity (p=0.016) and the Central Sensitization Inventory scores (p<0.001). Conclusion: Nociceptive pain was the most common pain phenotype in caregivers of children with CP. We also concluded that among the pain phenotypes, pain intensity was highest in neuropathic pain. There is a need for further studies in this area to demonstrate the validity and reliability of the evaluated mechanism-based classification system in order for it to be included in clinical guidelines. |
|
OLGU SUNUMU |
8. | Transforaminal epidural steroid enjeksiyonu sonrası nadir bir komplikasyon olarak inatçı hıçkırık: Bir olgu sunumu Persistent hiccups as a rare complication after transforaminal epidural steroid injection: A Case Report Ferhat Ege PMID: 39431673 doi: 10.14744/agri.2022.90688 Sayfalar 266 - 268
Bu olgu sunumunda, inatçı hıçkırık şikayeti olan hasta, subakut bel ağrısı şikayeti ile bu çalışmanın yapıldığı kliniğe başvurmuştur. Hastaya transforaminal epidural betametazon artı lidokain enjeksiyonu uygulanmış ve ardından 6 gün süren ve kendiliğinden geçen inatçı hıçkırıklar gelişmiştir. Beş ay sonra benzer şikayetlerle tekrar başvuran hastaya bu kez betametazon ve salin bileşeni ile birlikte tekrar transforaminal epidural steroid enjeksiyonu (TFESI) uygulanmıştır. Enjeksiyon sonrası, 7 gün süren ve kendiliğinden geçen inatçı hıçkırıklar gelişmiştir. Buna göre, subakut bel ağrısı nedeniyle transforaminal epidural betametazon enjeksiyonu uygulanan ve sonrasında nadir bir komplikasyon olarak inatçı hıçkırık gelişen bu olgu sunumu ile literatüre katkıda bulunmak amaçlanmıştır. A male patient presented to the clinic with persistent hiccups and the complaint of subacute low back pain. Subsequently, he was administered a transforaminal epidural betamethasone injection (TFESI) plus lidocaine and developed persistent hiccups thereafter, which lasted for 6 days and subsided spontaneously. He presented with similar complaints again 5 months later and was administered TFESI, this time along with betamethasone and saline. Yet, he once again developed persistent hiccups, which this time lasted for 7 days and subsided spontaneously. This case report, featuring a patient who was administered TFESI due to subacute low back pain and subsequently developed persistent hiccups as a rare complication, aims to contribute to the literature in the relevant area of specialization. |
|
9. | Ultrason rehberliğinde diz eklem içi steroid enjeksiyonunu takiben çift konturu taklit eden görüntüleme bulgusu: Bir olgu sunumu An unusual imaging finding mimicking double contour sign following ultrasound-guided intra-articular knee injection of steroid: A case report Serdar Kokar, Özlem Mercan, Kenan Akgün PMID: 39431671 doi: 10.14744/agri.2022.10179 Sayfalar 269 - 271
Sinoviyal sıvı incelemesinde monosodyum ürat kristallerinin tespit edilmesi, Gut hastalığının tanısında halen altın standarttır. Ultrason değerlendirmesinde ise çift kontur bulgusu, Gut hastalığının en yaygın bulgularındandır. Bu makalede, literatürde ilk kez, ultrason rehberliğinde eklem içi steroid enjeksiyonunu takiben diz ekleminde çift kontur görünümü oluşan bir olguyu sunduk ve güncel bilgiler ışığında tartıştık. Examination of monosodium urate crystals in the synovial fluid remains the gold standard for the diagnosis of gout. On ultra-sound (US) examination, the double contour sign (DCS) is one of the most common imaging findings of gout. In this article, we present, for the first time, a unique imaging finding mimicking DCS after US-guided intra-articular knee injection of steroid and discuss it in light of the literature data. |
|
10. | Bel ağrısı ve radikülopatiye neden olan lumbal faset eklem sinovyal kistinin floroskopik perkütan aspirasyonu Percutaneous fluoroscopic lumbar facet joint synovial cyst aspiration for manifesting with radiculopathy and low back pain Kamer Dere PMID: 39431670 doi: 10.14744/agri.2022.07742 Sayfalar 272 - 275
Lomber faset eklem sinovyal kistleri, lomber omurganın dejeneratif anormalliklerindendir ve alt ekstremite radikülopatisine, spinal stenoza ve bel ağrısına neden olabilirler. Burada perkütan floroskopik faset eklem içerisinden aspirasyon ile tedavi edilen bir sinovyal kistli olguyu sunuyoruz. 46 yaşında kadın hasta, beyin cerrahisi polikliniğine 2 aydır devam eden sol radiküler bel ağrısı şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenesinde sol L5 radikülopatisi mevcuttu; sinir köküne bası yapan bir sol L5-S1 faset eklem sinovyal kisti MR ile tespit edildi. Faset eklem yoluyla perkütan floroskopik kist aspirasyonu planlandı. Kist aspirasyonu ile toplam 0.2–0.3 cc sıvı aspire edildi. Aspirasyon yapıldığı sırada hasta ağrısının hafiflediğini bildirdi ve işlem tamamlandı. 3 hafta sonra çekilen MR’da kistin eskisinden daha küçük hale geldiği ve herhangi bir sinir kökü basısı yapmadığı doğrulandı. Uzun süre izlenen hastada (1 yıl) bel ağrısı ve nörolojik semptom yoktu. Bilindiği üzere, faset eklem kisti doldurularak floros-kopik perkütan rüptür uygulanan hastalarda başarılı sonuçlar alınmaktadır; buradaki vakada olduğu gibi aspire edilerek de aynı başarılı sonuçların alınabileceği kanaatindeyiz. Lumbar facet joint synovial cysts are benign degenerative abnormalities of the lumbar spine and can cause lower extremity ra-diculopathy, spinal stenosis, and low back pain. Herein, we report a case with a synovial cyst treated by percutaneous fluoros-copic aspiration via the facet joint. A 46-year-old woman presented to the neurosurgery clinic complaining of a 2-month history of low back pain with left-sided radicular symptoms. Her physical examination was consistent with a left L5 radiculopathy, and MRI confirmed a left L5–S1 facet joint synovial cyst compressing the nerve root. Percutaneous fluoroscopic cyst aspiration via the facet joint was planned. The cyst was aspirated, and a total of 0.2–0.3 cc of fluid was removed. During the aspiration, the patient reported pain relief. Thus, the procedure was completed. An MRI taken after 3 weeks showed that the cyst had become smaller than before, with no evidence of nerve root compression. For 1 year, the patient has had no pain or neurological symptoms. Patients who undergo a fluoroscopic percutaneous rupture by filling of the facet joint cyst typically have successful outcomes. We conclude that aspiration of the facet joint cyst without rupture can also result in the same successful outcome. |
|
11. | İnterskalen blok sonrası tek taraflı diyafram paralizisi gelişen hastada USG ile erken tanı ve tedavi yönetimi Early diagnosis and treatment management with USG in a patient who developed unilateral diaphragmatic paralysis after interscalene block Zülfü Çevik, Deniz Kara, Ayda Türköz PMID: 39431675 doi: 10.14744/agri.2022.47750 Sayfalar 276 - 280
İnterskalen brakiyal pleksus bloğu, omuz, klavikula ve humerus ameliyatlarında anestezi ve analjezi amacıyla sıkça kullanılmaktadır. Ancak, interskalen blok sonrası enfeksiyon, hematom, vasküler yaralanma, lokal anestezik toksisitesi, sinir hasarı, total spinal anestezi, diyafram paralizisi ve Horner sendromu görülebilmektedir. Bu olgu sunumunda, intraoperatif ve postoperatif analjezi amacıyla ultrason rehberliğinde yapılan interskalen brakiyal pleksus bloğu sonrasında gelişen ve ultrason ile hızla yatak başı tanı ve tedavisi uygulanan tek taraflı diyafram paralizisi olgusu, literatür eşliğinde sunularak tartışılmıştır. Son yıllarda ultrasonun anestezi pratiğinde, hem periferik sinir bloğu uygulamalarında hem de komplikasyonların erken tanı ve tedavisinde önemli bir yatak başı monitörizasyon yöntemi olduğunu düşünmekteyiz. Interscalene brachial plexus block is frequently used for anesthesia and analgesia in shoulder, clavicle, and humerus surgeries. However, complications such as infection, hematoma, vascular injury, local anesthetic toxicity, nerve damage, total spinal anesthesia, diaphragmatic paralysis, and Horner syndrome may occur after an interscalene block. In this case report, a case of unilateral diaphragmatic paralysis that developed after an ultrasound-guided interscalene brachial plexus block for intraoperative and postoperative analgesia, which was rapidly diagnosed and treated bedside with ultrasound, is presented and discussed. We believe that ultrasound has become an indispensable means of monitoring anesthesia practice, both in peripheral nerve block and in the diagnosis and treatment of complications, in recent years. |
|
12. | İleri yaşta uzamış auralı migrene bağlı bilateral oksipital enfarkt Bilateral occipital infarcts due to persistent migraine with aura in an elderly Melek Kandemir Yılmaz, Pınar Kırıklı PMID: 39431679 doi: 10.14744/agri.2022.79989 Sayfalar 281 - 284
Migrenöz enfarkt, daha çok genç kadınlarda ve posterior dolaşımda %1’den daha az sıklıkta görülen bir migren komplikasyonudur. Migrenin, özellikle auralı migrenin, yaşlılardan ziyade genç erişkinlerde iskemik inme için bir risk faktörü olduğu bilinmektedir. Migren baş ağrısı ve uzamış auraya bağlı olarak anormal görsel bulguları olan bilateral oksipital enfarkt saptanan 71 yaşında erkek hasta sunulmuştur. Hastanın ergenlik döneminden beri auralı migreni olduğu ve yaşı ilerledikçe atak sıklığı ve şiddetinin azaldığı öğrenilmiştir. Migren ve ileri yaşın yanı sıra vasküler risk faktörü olarak yakın zamanda tanı konulmuş olan hipertansiyon dışında özellik saptanmamıştır. Hastanın semptomları verapamil ile kontrol altına alınmıştır. Migrenöz enfarkt, ileri yaşlarda belirgin risk faktörleri olmaksızın da görülebilir ve verapamil ile kontrol altına alınabilir. Migrainous infarction is a rare complication of migraine that mostly occurs in the posterior circulation and in younger women, with an incidence of less than 1%. It is known that migraine, especially migraine with aura, is a risk factor for ischemic stroke in younger adults but not in the elderly. We report a 71-year-old male patient who experienced abnormal visions due to migraine headache and persistent aura, causing bilateral occipital infarcts. He has been suffering from migraine with aura since his adolescence. The frequency and severity of his attacks decreased with age. He has recently been diagnosed with hypertension as a vascular risk factor, in addition to migraine and advanced age. His symptoms have been brought under control with verapamil. Migrainous infarction can present itself at older ages without prominent vascular risk factors, and it can be managed with verapamil. |
|
EDITÖRE MEKTUP |
13. | Tek iğne ile 2 iç rotatorun ultrason rehberliğinde enjeksiyonları: omuz ağrısında tetik nokta tedavisi Ultrasound-guided ınjections of 2 internal rotators with one needle: Trigger point treatment for shoulder pain Yakup Erden, Fatih Bağcıer PMID: 39431677 doi: 10.14744/agri.2023.73444 Sayfalar 285 - 286
|
|
DIĞER |
14. | Hakem Listesi Reviewer List Sayfa 287
|
|
|
|
|