ISSN : 1300-0012   E-ISSN 2458-9446 Anasayfa     |     İletişim      |     ENG
 
 
Cilt: 36  Sayı: 2  Yıl: 2024
 
Ağrı: 33 (4)
Cilt: 33  Sayı: 4 - 2021
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Ön Sayfalar
Frontmatters

Sayfalar I - V

DERLEME
2.
Toraks duvarı fasyal plan bloklar
Ultrasound guided thoracic wall blocks
Sami Kaan Coşarcan, Mete Manici, Hadi Ufuk Yörükoğlu, Yavuz Gürkan
PMID: 34671963  doi: 10.14744/agri.2021.43827  Sayfalar 205 - 214
Toraks cerrahisinde rejyonal anestezi uygulamasından uzun yıllardır anlaşılan sadece epidural anestezi ve torakal paravertebral bloktur. Rejyonal anestezi uygulamalarında ultrasonografi kullanımının yaygınlaşması ile interfasyal plan blokları olarak adlandırılan yeni bloklar uygulamaya girmiştir. İnterfasyal plan blokları toraks cerrahisinde cerrahi anestezi sağlamakta yetersiz iken klinik açıdan anlamlı analjezik etki sağlamaktadırlar. Bu derlemede toraks cerrahisinde günümüzde daha yaygın kabul gören pektoral bloklar, serratus anterior plan bloğu, erektor spina plan bloğu ve rhomboid bloklardan bahsedilecektir.
Epidural anesthesia and thoracic paravertebral blocks have been the mainstay of regional anesthesia for thoracic surgery for many years. Following introduction of ultrasound use during regional anesthesia practices, new blocks named interfascial plane blocks have been introduced into clinical practice. Although interfascial plane blocks fail to provide surgical anesthesia their contribution to providing analgesia is clinically important. In this review we mention the most commonly accepted blocks namely pectoral blocks, serratus anterior plane block, erector spinae plane block and rhomboid blocks.

3.
COVID-19 hastalarında ağrı değerlendirmesi
Evaluation of pain in patients with COVID-19
Mustafa Kurçaloğlu, Heval Can Bilek, Sümeyra Nur Erbaş, Fatih Özkan, Esra Tanyel, Aydın Deveci, Sertaç Ketenci, Fuat Güldoğuş
PMID: 34671962  doi: 10.14744/agri.2021.92609  Sayfalar 215 - 222
Amaç: Yeni bir tip koronavirüs salgını Çin’de ortaya çıktı ve pandemik oldu. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bu hastalığın resmî adını ‘COVID-19’ olarak ilan etti. Bu çalışmanın ana amacı COVID-19 hastalarında ağrıyı değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: 2020 yılının Mayıs ve Eylül ayları arasında muhtemel veya kesin COVID-19 tanısıyla enfeksiyon hastalıkları servisinde takip edilmiş olan toplam 178 hasta çalışmaya dahil edildi. Kısa Ağrı Envanteri’nin (BPI) Türkçe versiyonu uygulandı. Demografik özellikler, ağrının sıklığı, lokasyonu, şiddeti ve analjeziklere yanıtı analiz edildi.
Bulgular: Hastaların doksan birinde (%51.1) ağrı şikayeti vardı ve ortalama ağrı skoru (OAS) 10 uzerinden 2,28±2,81’di. Ağrısı olan hastalardan elli dokuzu (%56.0) ağrı kesiciye ihtiyac duydu ve kırk birinde (%80.3) basit ağrı kesicilerle yuzde elliden daha fazla ağrı azalması saptandı. Yeterli ağrı palyasyonu sağlanamayan on sekiz hastanın on ikisinin ağrı kesicilerini duzenli olarak almak yerine ağrı oldukca almış oldukları gozlendi. Muhtemel ve kesin vakaların ağrı frekansı, şiddeti ve hastanede kalış suresi benzerdi.
Sonuç: Sonuçlarımıza göre COVID-19 hastalarında ağrının baş edilmesi zor bir semptom olmadığı ve hafif-orta klinik şiddetteki hastalarda kolaylıkla tedavi edilebildiği kanaatine vardık. Sonuçlarımız ağrı ve hastalığın klinik seyri arasında bir bağlantı kurmak için yeterli değildi. Ağrı değerlendirmesi için yoğun bakım hastalarını içeren başka çalışmalara ihtiyaç vardır.
Objectives: A new type of coronavirus outbreak has emerged in China and caused a pandemic. World Health Organization (WHO) announced the official name of this disease ‘COVID-19’. The main purpose of this study is to evaluate pain in COVID-19 patients.
Methods: Patients who were followed in the ward of an infectious diseases department because of possible or confirmed COVID-19 between May and September of 2020 were included in the study. The Turkish version of the Brief Pain Inventory (BPI) was applied. Demographic features, frequency, location, the intensity of pain, and response to analgesics were analyzed.
Results: A total of 178 participants were included in the study. Ninety-one (51.1%) of patients had pain complaints and the mean pain score (MPS) was 2.28±2.81 over 10. Fifty-nine (56.0%) of participants with pain required analgesic therapy and 41 (80.3%) of them showed ≥50% pain relief with simple analgesics. Twelve of the remaining 18 who did not get enough pain relief with simple analgesic were taking their analgesics pro re nata (PRN) rather than around the clock (ATC). Pain frequency and intensity and mean hospitalization duration (MHD) were similar between confirmed and possible cases.
Conclusion: Regarding the results, we conclude that pain is not one of the challenging symptoms and easily manageable in patients with a mild-moderate intensity of COVID-19. Our results were not enough to make a correlation between pain and the clinical course of the disease. Further studies are required for the evaluation of pain including patients in intensive care units.

DENEYSEL VE KLINIK ÇALIŞMALAR
4.
Transforaminal epidural steroid enjeksiyonu ile eş zamanlı dorsal kök ganglion üzerine uygulanan darbeli radyofrekans tedavisinin ağrı üzerine palyatif etkisi
The effect of combined pulsed radiofrequency treatment to dorsal root ganglion with transforaminal epidural steroid injection on pain
Duygu Karaköse Çalışkan, Selcan Akesen, Yunus Gürkan Türker, Alp Gurbet
PMID: 34671961  doi: 10.14744/agri.2021.94824  Sayfalar 223 - 231
Amaç: Kronik lomber radiküler ağrısı olan hastalarda transforaminal epidural steroid enjeksiyonu (TESE) ve darbeli radyofrekans (DRF)’ın lomber dorsal kök gangliyonuna (DKG) eşzamanlı uygulanmasının ile yalnız başına TESE tedavisi ile karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya toplam 129 hasta dahil edildi. 67 hastaya TESE, 62 hastaya TESE+ DKG-DRF uygulandı. Demografik veriler, cerrahi müdahaleler ve ilaçların tipleri, işlemin yapıldığı vücut tarafı ve sayısı kaydedildi. Hastalar ameliyat öncesi ve sonrası 10. gün, birinci ve üçüncü ay takip ziyaretlerinde değerlendirildi ve Görsel Analog Skala (VAS, 0–10) ile ağrı skorları değerlendirildi. Üçüncü ay takip vizitlerinde memnuniyet değerlendirmeleri ölçüldü. Başarılı terapötik yanıt, VAS skorlarında %50 veya daha fazla oranda azalma olarak tanımlandı.
Bulgular: Her iki grupta postoperatif VAS skorları preoperatif düzeylerden anlamlı olarak düşüktü (p<0.001). Tüm takip dönemlerinde TESE+ DKG-DRF grubundaki VAS skorları TESE grubundan anlamlı olarak düşüktü (p˂0.001). Tüm takip vizitlerinde VAS skorlarındaki azalma oranları TESE+ DKG-DRF grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (p˂0.001). Tedavi memnuniyeti düzeyleri TESE+ DKG-DRF grubunda anlamlı olarak yüksekti (p˂0.01).
Sonuç: Çalışmamızın bulgularına göre TESE, kronik lomber radiküler ağrısı olan hastalarda kısa-orta derecede rahatlama sağlamaktadır. Tedaviye yanıtı iyileştirmek için TESE ile aynı seansta DRF’nin eşzamanlı uygulanmasının bir seçenek olarak göz önünde bulundurulması önerilmektedir.
Objectives: We aimed to compare the treatment response with simultaneous application of transforaminal epidural steroid injection (TESI) and pulsed radiofrequency (PRF) to the lumbar dorsal root ganglion (DRG) with TESI in patients with chronic lumbar radicular pain.
Methods: A total of 129 patients were enrolled. TESI was performed to 67 patients and TESI+DRG-PRF was performed to 62 patients. Demographic data, surgical records, and medications, side, and level of the procedure were recorded. Patients were evaluated on the pre-operative and post-operative 10th day, 1st and 3rd month follow-up visits, and visual analog scale (VAS, 0–10) scores, and patients’ satisfaction assessment on the 3rd month follow-up were collected. A successful therapeutic response was defined as a 50% or more reduction in VAS scores.
Results: In both groups, post-operative VAS scores were significantly lower than the pre-operative levels (p˂0.001). VAS scores in the TESI+DRG-PRF group were significantly lower than the TESI group at all follow-up periods (p˂0.001). Reduction ratios in VAS scores were significantly higher in the TESI+DRG-PRF group in all follow-up visits (p˂-0.001). Satisfaction levels were significantly higher in the TESI+DRG-PRF group (p˂0.01).
Conclusion: According to our study, TESI provides short-moderate pain relief in patients with chronic lumbar radicular pain. A simultaneous application of PRF in the same session with TESI should be considered as an option to improve the treatment response.

5.
Ağrıyı felaketleştirmenin ve kinezyofobinin omuz artroskopisi sonuçları üzerine etkisi
The effect of pain catastrophizing and kinesiophobia on the result of shoulder arthroscopy
Mehmet Ali Tokgöz, Yılmaz Ergişi, Mustafa Odluyurt, Baybars Ataoğlu, Ulunay Kanatlı
PMID: 34671957  doi: 10.14744/agri.2021.56873  Sayfalar 232 - 236
Amaç: Duygusal ve bilişsel faktörlerin ağrıyı etkilediği gösterilmiştir ve bu etkinin gelişimindeki ana faktörlerden biri ağrıyı felaketleştirme durumudur. Bu çalışmada, omuz lezyonlarında ki ağrıyı felaketleştirme durumunun ve sıklığının belirlenmesi, ağrıyı felaketleştirme durumu ile ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası fonksiyonel sonuçları değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Omuz artroskopisi yapılan toplam 114 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların ameliyat öncesi ve sonrası ağrı ve fonksiyonel durumlarını değerlendirmek için ağrı felaketleştirme ölçeği, Tampa kinezyofobi ölçeği, görsel analog skala ve Los Angeles California Üniversitesi omuz skalası kullanıldı.
Bulgular: Katastrofizasyon, 114 hastanın 42’sinde (% 37) saptandı. Kinezyofobi ağrıyı felaketleştiren hastalarda daha yüksekti (p<0.0001). Hastaların labrum (p=0,038), supraspinatus (p=0,043) veya biseps patolojisi (p=0,032) varsa, ağrıyı felaketleştirme daha sık belirlendi. postoperatif Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi skoru orta/zayıf olan hastaların % 50’sinde katastrofizasyon mevcuttu (p=0,039).
Sonuç: Bu çalışmanın ameliyat öncesi ve sonrası sonuçları felaketleştirmenin önemi hakkındaki verileri güçlendirmiştir. Felaketleştirme (+) hasta grubu Felaket (-) hasta grubundan daha düşük fonksiyonel kapasite sonuçlarına sahipti. Cerrahi ve konservatif tedavi edilen hastalarda ağrıyı felaketleştirmenin azalması ve kinezyofobi düzeylerinde azalma, daha tatmin edici klinik sonuçlara yol açacaktır.
Objectives: Emotional and cognitive factors have been shown to affect pain, and one of the main factors in the development of this effect is pain catastrophizing. The present study aims to determine the effect and frequency of the pain catastrophizing in shoulder lesions and to examine the association between pain catastrophizing and to assess the pre-operative and post-operative functional outcomes.
Methods: A total of 114 patients who underwent shoulder arthroscopy were included study. Pain catastrophizing scale, Tampa kinesiophobia scale, visual analog scale, and University of California at Los Angeles shoulder scale were used for evaluating patients’ pre- and post-operative pain and functional situation.
Results: Pain catastrophizing was detected 42 of 114 patients (37%). Kinesiophobia was higher in patients who catastrophized shoulder pain (p<0.0001). If participant had a labrum (p=0.038), supraspinatus (p=0.043), or biceps pathology (p=0.032), catastrophization was determined more often. There was catastrophization in 50% of patients with post-operative University of California at Los Angeles score which was evaluated as fair/poor (p=0.039).
Conclusion: Pre- and post-operative results of the current study strengthened the data about importance of catastrophization. Catastrophization (+) patient group had lower functional capacity outcomes than that of the catastrophization (−) patient group. Decreased levels of pain catastrophizing and kinesiophobia in surgically and conservatively treated patients will result in more satisfactory clinical outcomes.

6.
Trigeminal nevraljili hastalarda lidokain ve kortikosteroid kombinasyonuyla yapılan periferik sinir bloklarının klinik etkinliği
Clinical effectiveness of peripheral nerve blocks with lidocaine and corticosteroid in patients with trigeminal neuralgia
Selin Balta, Gül Köknel Talu
PMID: 34671954  doi: 10.14744/agri.2021.26032  Sayfalar 237 - 242
Amaç: Kolay uygulanabilir periferik sinir bloklarının klinik etkinliği, gelişmiş ekipman gerektiren açık ve kapalı cerrahi prosedürler haricinde ilgi konusudur. Trigeminal nevraljide periferik sinir dallarına triamsinolon ve lidokain enjeksiyon uygulamasının klinik etkinliğini ağrı şiddeti, ağrı sıklığı ve kullanılan ilaç dozları açısından değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif kohort çalışmada 2011–2018 yılları arasında lidokain ve triamsinolon ile periferik trigeminal sinir bloğu yapılan trigeminal nevraljili 72 hastanın sonuçları değerlendirildi. Ağrı şiddeti, ağrı sıklığı, karbamazepin ile pregabalin eşdeğer dozlarının işlem öncesine göre işlem sonrası 1, 3 ve 6. aylardaki sonuçları değerlendirildi. Ayrıca işlem başarısı ile bağımsız değişkenler arasında bir korelasyon olup olmadığını değerlendirildi.
Bulgular: İşlem öncesi ağrı şiddeti ve ağrı sıklığı değerleri ile işlem sonrası 1, 3 ve 6. aylar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı (p=0.000). İşlem öncesi karbamazepin eşdeğer dozları ile işlem sonrası 3 ve 6. aydaki değerler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı (sırasıyla p=0.002, 0.005). Retrospektif analizde, bir hastada işlem alanına bağlı olarak yaklaşık bir hafta süren ağrısız parestezi ve iki hastada işlem bölgesinde ekimoz gelişmiş olduğu saptandı.
Sonuç: Trigeminal sinirin periferik dallarına lidokain ve kortikosteroid enjeksiyonu ile kısa ve orta vadede klinik rahatlama sağlanabilir. Periferik sinir blokları, nadir görülen komplikasyonları kısa-orta vadede ağrı tedavisi için tercih edilebilir.
Objectives: Clinical efficacy of easily applicable peripheral nerve blocks has been in interest except open and closed surgical procedures requiring advanced equipment. We aimed to evaluate the clinical efficacy of triamcinolone and lidocaine injection for peripheral nerve branches in trigeminal neuralgia (TN) in terms of pain severity, pain frequency, and drug doses used.
Methods: This study was a retrospective cohort study. A total of 72 patients with TN, who underwent peripheric trigeminal nerve injection with lidocaine and triamcinolone between 2011 and 2018, were included in the study. Pain severity, pain frequency, changes in carbamazepine (CBZ) equivalent doses, and pregabalin equivalent doses were evaluated. We also evaluated whether there was a correlation between the success of the procedure and independent variables.
Results: There was a statistically significant difference in pain intensity and frequency between baseline and post-procedure at 1, 3, and 6 months (p=0.000). There was a statistically significant difference between CBZ equivalent doses at baseline, and 3 and 6 months after the procedure (p=0.002 and 0.005, respectively). Two complications were evaluated, one patient had prolonged painless paresthesia related to the procedure area lasting about 1 week and two patients had ecchymosis at the procedure area.
Conclusion: The injection of lidocaine and corticosteroid combination for peripheral branches of the trigeminal nerve may result in short and mid-term clinical relief. Peripheral nerve blocks may be preferred for short-medium-term pain management with rare complications and simple device requirements also need little experience and skills.

7.
Hemşirelerde bel ağrısı ve bel ağrısıyla baş etme yöntemleri
Low back pain and methods of coping with low back pain in nurses
Cüneyt Gündüz, Aylin Aydın Sayılan
PMID: 34671960  doi: 10.14744/agri.2021.77528  Sayfalar 243 - 252
Amaç: Bu araştırma, hemşirelerde bel ağrısı ve bel ağrısıyla baş etme yöntemlerinin belirlenmesi amacıyla yapıldı.
Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı, kesitsel tipte olan çalışma, Nisan–Ağustos 2016 tarihlerinde İstanbul İli’nde yer alan 3 üniversite hastanesinde, 356 hemşireyle gerçekleştirildi. İstatistiksel değerlendirmede yüzdelik hesaplama, ki-kare testleri kullanıldı.
Bulgular: Çalışmada, hemşirelerin yaş ortalaması 28.70±5.92 olup, %25,3’ünün yoğun bakımda çalıştığı, %46,6’sının haftada 41- 48 saat arası çalıştığı, %55,6’sının 24 saat içerisinde 5-8 saat arası ayakta kaldığı belirlendi. Katılımcıların %75,8’inde mevcut bel ağrısı şiddetinin orta düzeyde olduğu, %43,3’ünde (n=154) bel ağrılarının çalışma verimini bazen etkilediği görüldü. Baş etme yöntemi olarak, büyük bir çoğunluğun hekime gitmediği, analjezik aldığı, topuklu ayakkabı giymedikleri, sert yatakta yattıkları görüldü. Katılımcıların yaş grupları, çalıştığı birim, görev durumu, ayakta durma süresi, aynı pozisyonda durma süresi ile bel ağrısı arasında istatistiksel anlamlılık (p<0.05) olduğu görüldü.
Sonuç: Çalışmadan elde edilen sonuçlar doğrultusunda; hemşirelerin orta düzeyde bel ağrısı deneyimlediği, bel ağrısı yaşamanın, uzun süreli çalışma ve ayakta kalma nedeniyle hemşireler için sürekli bir risk olduğu; bu sonuç doğrultusunda çalışma saatlerinin düzenlenmesi ve doğru vücut mekaniklerine eğitimlerde yer verilmesi gereği düşünüldü.
Objectives: This research was conducted to determine low back pain in nurses and their methods of coping with low back pain.
Methods: This descriptive, cross-sectional study was performed with 356 nurses in three university hospitals in the province of Istanbul in April–August 2016. Percentage calculations and Chi-square tests were used in statistical analyses.
Results: The mean age of the nurses in the study was 28.70±5.92, 25.3% were working in intensive care, 46.6% worked 41–48 h a week, and 55.6% stood for 5–8 h within a 24 h period. Low back pain was moderate in 75.8% of participants, and low back pains sometimes affected work efficiency in 43.3% (n=154). In terms of coping, the great majority of participants did not visit a physician, but used analgesics, avoided wearing high-heeled shoes, and slept in hard beds. Statistical significance (p<0.05) was observed between participants’ age groups, the unit where they worked, type of duty, the amount of time spent standing, and the amount of time standing in the same position and low back pain.
Conclusion: Based on the results obtained, nurses experienced a moderate level of low back pain, and we think that experiencing low back pain is a continuous risk for nurses because of their lengthy hours of work and time spent standing, and that their working hours should, therefore, be adjusted and that correct body mechanics should be included during in-service training.

8.
Kliniğimizde Postlaminektomi sendromu tanılı hastalarda yapılan girişimsel işlemlerin tedavi etkinliğinin retrospektif olarak araştırılması
Effectiveness of interventional procedures for post-laminectomy syndrome: A retrospective study
Ümit Akkemik, Meryem Onay, Mehmet Sacit Güleç
PMID: 34671955  doi: 10.14744/agri.2021.43403  Sayfalar 253 - 260
Amaç: Çalışmamızda Postlaminektomi sendromu tanısı almış, ağrısı sayısal derecelendirme ölçeğine (SDÖ) göre 7 ve üzeri hastalara uygulanan girişimsel işlemleri; işlem sonrası SDÖ puanındaki değişimin değerlendirilmesini amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, 01.02.2010-01.02.2015 tarihleri arasında başvurusu bulunan ve girişimsel işlem yapılan 18 yaş ve üzerindeki 69 kadın, 38 erkek olmak üzere 107 hastanın dosyalarının incelenmesi ile gerçekleştirildi. Polikliniğimizde bulunan ağrı takip formları ve hastane otomasyon sistemi kullanılarak, hastaların ağrı lokalizasyonu, postoperatif süreleri, yapılan girişimsel işlemler ve işlem sonrası ağrı durumları tesbit edildi. Elde edilen verilerin istatistiksel anlamlılığı Pearson Ki-Kare testi, Kruskal Wallis H testi, Friedman ve Mann Whitney U testleri ile değerlendirildi. P>0.05 anlamsız, p<0.05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Girişimsel işlemler ile hastaların %48,5’inde, %50’den fazla ağrıda azalma tesbit edilmiştir. Radiküler karekterde ağrısı bulunan hastalarda başarı oranı %66,7 olarak tesbit edilmiştir. Transforaminal epidural steroid enjeksiyonu uygulanan hastaların %28,8’inde ağrı palyasyonu sağlanırken, dorsal root ganglion pulsed radyofrekans işlemi uygulanan hastalarda bu oran %44,4 olarak tesbit edilmiştir. Kalıcı Spinal kord stimülatörü (SKS) takılan hastaların ağrı puanları diğer hasta grupları ile karşılaştırıldığında ise kalıcı SKS, hem istatistiksel hem de klinik olarak anlamlı derece etkin bulunmuştur (p<0,001).
Sonuç: Postlaminektomi sendromu çoğu zaman tek bir patolojiden kaynaklanmaz ve çoğu zaman birden fazla girişime ve tekrara ihtiyaç duyulur. Postlaminektomi sendromu multisidipliner yaklaşım gerektiren ve çoklu tedavi seçeneklerinin hastaya göre karar verilerek uygulanmasını zorunlu kılan bir hastalıktır. Tedavi seçenekleri ile ilgili daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
Objectives: In our study, we aimed to evaluate the change in numerical rating scale (NRS) score and interventional procedures performed on patients with post-laminectomy syndrome whose NRS score 7 and above according to the NRS.
Methods: This study was carried out by examining the files of 107 patients, including 69 women and 38 men, aged 18 years and over who had applied between February 1, 2010, and February 1, 2015. Pain localization, post-operative periods, interventional procedures, and post-procedural pain status were determined using pain monitoring forms and hospital automation system in our clinic. Statistical significance of the obtained data was evaluated by Pearson Chi-square test, Kruskal–Wallis H test, Friedman test, and Mann–Whitney U-test. p>0.05 was not statistically significant, p<0.05 was considered statistically significant.
Results: With interventional procedures, 48.5% of patients had a reduction in pain of more than 50%. The success rate was 66.7% in patients with radicular pain. Pain palliation was achieved in 28.8% of patients who underwent transforaminal epidural steroid injection, whereas in patients undergoing dorsal root ganglion pulsed radiofrequency, this rate was 44.4%. When the pain scores of patients with permanent spinal cord stimulator (SCS) were compared with other patient groups, permanent SCS was found to be statistically and clinically significant (p<0.001).
Conclusion: Post-laminectomy syndrome is not usually caused by a single pathology, and more than 1 intervention and recurrence are often needed. Post-laminectomy syndrome is a disease that requires a multidisciplinary approach and multiple treatment options must be decided according to the patient. More research is needed on treatment options.

OLGU SUNUMU
9.
Post-dural ponksiyon baş ağrısının geç dönem rekürensi
Late recurrence of post-dural puncture headache
Başak Karakurum Göksel, Anıl Tanburoğlu, Mehmet Karataş, Naime Altınkaya
PMID: 34671953  doi: 10.14744/agri.2019.44711  Sayfalar 261 - 264
Postdural ponskiyon başağrısı (PDPB) kazara yapılan dural yırtığın en sık rastlanan komplikasyonudur. Tanısal semptomu ayağa kalkınca veya oturunca başlayan, yatınca düzelen postural baş ağrısıdır. Bu semptom, BOS göllenmesi sonucu BOS basınç veya volüm düşüklüğü ile ortaya çıkar. Ayağa kalkınca ağrıya duyarlı yapıların traksiyonu, intrakraniyal içeriğin şifti postural baş ağrısına yol açar. PDPB genellikle kendini sınırlayan, 2 hafta içinde kendiliğinden düzelen bir tablodur. Daha az sıklıkla epidural kan yamasına ihtiyaç duyulur. Spontan intrakraniyal hipotansiyonun tekrarlaması nadir değildir, ancak PDPH spontan ve geç dönemde rekürensi oldukça nadir rapor edilmiştir. Bu yazının amacı epidural kan yamasından sonra düzelip, 10 ay sonra postural baş ağrısı tekrarlayan olguyu tartışmaktır.
The term post-dural puncture headache (PDPH) refers to a common complication that occurs after accidental dural puncture. One of the diagnostic symptoms of PDPH is a postural headache, which worsens dramatically while sitting or standing and is relieved mostly by lying down. This symptom is caused by a cerebrospinal fluid (CSF) leak, leading to decreased CSF pressure or low CSF volume, which provokes a shift of intracranial contents and traction on pain-sensitive structures in the upright position. PDPH is commonly a self-limited condition and remits spontaneously within 2 weeks, or becomes less severe after surgical intervention to seal the leak with autologous epidural blood patch (EBP). Although recurrence of spontaneous intracranial hypotension following an EBP is not rare, spontaneously late recurrence of PDPH has been rarely reported. The purpose of this paper is to discuss this case with late recurrence of PDPH after 10 months following EBP.

10.
Erişkin bir kadın hastada tek taraflı izole alar ligaman rüptürü
Unilateral isolated alar ligament rupture in an adult female patient
Semih Keskil, Ulaş Yüksel, Yasemin Karadeniz Bilgili, Avni Babacan
PMID: 34671959  doi: 10.14744/agri.2019.73555  Sayfalar 265 - 267
Daha önce tek taraflı izole alar ligament rüptürü yedi vaka bildirilmiştir. Yazarlar, bu nadir yaralanmanın ilk yetişkin kadın olgusunu bildirmektedir. 36 yaşında kadın hasta düşme sonrası merkezimize başvurdu. Düşme esnasında aldığı travma sonucu başlayan boyun ve baş arasında yoğun ağrı tarifledi. Radyolojik incelemeler (manyetik rezonans görüntüleme ve grafiler) normal olarak yorumlandı. Muayenesinde sağ tarafta alar ligaman testi pozitif bulundu. Çekilen ince kesitli baş boyun bileşke tomografisinde odontoid proçesin sol tarafta asimetrik olduğu farkedildi. Sonrasında çekilen menyetik rezonans görüntülemede izole sağ alar ligaman rüptürü saptandı. Bu nedenle hastaya iki taraflı oksipital sinir blokajı, pulsed radyofrekans ve splenius capitis, levator scapula, trapezius kaslarına tetik nokta enjeksiyonu uygulanarak hasta üç ay boyunca halo ortez ile takip edildi. İlerleyen takiplerinde hastanın ağrısız olduğu gözlendi. Tek taraflı izole alar ligaman rüptürü ile atlantooksipital eklemde ayrışma gözlenmezken, kraniovertebral bileşkede instabilite gelişmediği gözlendi. Günümüze kadar izole alar ligaman rüptürü 8 kez rapor edilmiş olup bunlardan sadece biri 25 yaşında erkekti. Diğer hastalar çocukluk çağındaydı. Tüm olguların 4 hafta ile 4 aylık eksternal fiksatörlerle tedavi edildiği gözlendi. Bizim olgumuz ise tek taraflı izole alar ligaman rüptürü gelişen ilk erişkin kadın hastadır.
Only seven cases of isolated unilateral rupture of the alar ligament had been previously reported. The authors report the first adult female case of this rare injury. The patient in their case, a 36-year-old female presented after a trauma due to falling, and at that moment, she had fainted due to a sudden pain between the neck and head. The radiological examinations [magnetic resonance imaging (MRI) and X-rays] had been interpreted as normal. She had a positive Alar ligament test at the right side, and a thin section craniovertebral junction computed tomography was obtained which revealed an asymmetrically left-sided odontoid process and a new MRI revealed a right-sided alar ligament rupture. Thus she underwent a bilateral greater occipital nerve block together with pulse radiofrequency and trigger point injection at splenius capitis, levator scapula, and trapezius followed by the application of a halo orthosis to be worn for 3 months. The patient was found to be pain-free in the follow-up examinations. With pure unilateral alar ligament rupture, the atlantooccipital joint is not disrupted and the craniovertebral junction is not destabilized. To date, only eight cases of isolated unilateral alar ligament rupture have been reported one of which was a 25 years old male; all of whom presented with marked neck pain and treated by external immobilization for 4 weeks to 4 months and our case is the first adult female patient.

11.
Nöropatik ağrı tedavisinde duloksetin ile ortaya çıkan hiperprolaktinemi ve galaktore
Hyperprolactinemia and galactorrhea with duloxetine in neuropathic pain management
Eda Derle, Ufuk Can
PMID: 34671951  doi: 10.14744/agri.2019.08769  Sayfalar 268 - 271
Duloksetin çeşitli hastalıklarda kronik ağrı tedavisinde sık olarak kullanılılan serotonin-noradrenalin geri alım inhibitörüdür. Hiperprolaktinemi ve galaktore bu tedavinin nadir görülen bir yan etkisidir. Burada, multipl skleroz tanısı olan 34 yaşında bir kadın hastada ağrı ve duygu durum bozukluğu nedeni ile duloksetin kullanımı ve medikal tedviye bağlı gelişen galaktore olgusunu sunmaktayız.
Duloxetine is a serotonin-norepinephrine reuptake inhibitor that is widely used in chronic pain treatment in various diseases. Hyperprolactinemia and galactorrhea are rare side effects of this medication. Here, we reported a 34-year-old female with multiple sclerosis who used duloxetine for pain management and mood disorder and experienced galactorrhea.

12.
Epidural analjezi ile vajinal doğum sırasında gelişen Horner sendromu
Horner’s syndrome during vaginal delivery with epidural analgesia
Kadir Arslan, Hale Çetin Arslan
PMID: 34671958  doi: 10.14744/agri.2019.71354  Sayfalar 272 - 275
Kadınların hayatları boyunca yaşayabilecekleri en şiddetli ağrılardan biri doğum ağrısıdır. Epidural analjezi, vajinal doğumda ağrı kontrolünü sağlamak için ideal bir yöntemdir. Horner sendromu epidural analjezinin nadir görülen bir komplikasyonudur. Hamilelerde epidural analjezi nedeniyle Horner sendromu daha sık görülebilir. Bu sendrom, pitozis, miyozis, enoftalmi, anizokori, konjonktival hiperemi, etkilenen yüz tarafında kızarma (flashing) ve terleme kaybı (anhidrozis) ile karakterizedir. Genellikle kalıcı bir nörolojik defekt olmadan düzelir. Stellat, servikal ve brakiyal pleksus blokları, torasik, lomber ve sakral bölge epidural anestezi uygulamaları, anestezi uygulamalarına bağlı Horner sendromunun en sık nedenleri arasındadır. Horner sendromunun anesteziye bağlı olmayan nedenleri arasında baş ve boyun cerrahisi, hipotalamus-talamus ve beyin sapı ile ilgili lezyonlar, baş ve boyun travması ve malignite ile ilişkili pulmoner apikal tümörler bulunur. Bu olgu sunumunda, epidural analjezi ile vajinal doğum sonrası gelişen Horner sendromunu sunmak istedik. Epidural analjezi uygulanan tüm gebeler olası komplikasyonlar göz önünde bulundurularak ve gerekli önlemler alınarak yakından takip edilmelidir.
One of the most severe pains that women can experience throughout their lives is birth pain. Epidural analgesia is the ideal method to provide pain control in vaginal delivery. Horner syndrome is a rare complication of epidural analgesia. In pregnant women, Horner syndrome may be seen more frequently due to epidural analgesia. It is characterized by ptosis, myosis, enophthalmos, anisocoria, conjunctival hyperemia, flashing on the affected face and sweating record (anhydroz). It usually resolves without a permanent neurological defect. Stellate, cervical and brachial plexus blocks, thoracic, lumbar and sacral region epidural anesthesia applications are among the most common causes of Horner syndrome associated with anesthesia applications. The non-anesthetic causes of Horner syndrome include head and neck surgery, hypothalamus-thalamus and brainstem-related lesions, trauma to the head and neck, and pulmonary apical tumors associated with malignancy. In this case report, we want-ed to present Horner syndrome in vaginal delivery with epidural analgesia. All pregnant women undergoing epidural analgesia should be closely followed up, taking into account possible complications and taking necessary precautions.

EDITÖRE MEKTUP
13.
Donuk omuzda gözden kaçan bir durum: Miyofasyal tetik nokta
An overlooked issue in frozen shoulder: Miyofascial trigger point
Fatih Bağcıer
PMID: 34671956  doi: 10.14744/agri.2020.48039  Sayfalar 276 - 277
Miyofasyal ağrı sendromu düşünülenden daha yaygın bir problemdir. Adeziv kapsülitte miyofasyal tetik nokta tedavisi ağrı ve fonksiyonellik parametrelerine katkıda bulunabilir. Özellikle subskapularis kası ayrıntılı olarak değerlendirilmelidir.
Myofascial pain syndrome is a more common problem than thought. Treatment of miyofasyal trigger point may contribute to the pain and functionality parameters in adhesive capsulitis. In particular, the subscapulis muscle should be evaluated in detail.

14.
Servikojenik baş ağrısında ultrason eşliğinde yapılan trapezius kası interfasiyal bloğu: İki olgunun sunumu
Ultrasound-guided interfascial blocks of the trapezius muscle for cervicogenic headache: A report of two cases
Tulin Arıcı
PMID: 34671952  doi: 10.14744/agri.2020.08831  Sayfalar 278 - 281
Servikojenik baş ağrısı faset eklemler, intervertebral diskler, kaslar ve ligamentler gibi çeşitli yapılardan kaynaklanan bir baş ağrısıdır. Miyofasiyal tetik noktalar servikojenik baş ağrılı hastalarda yaygın bir nedendir ve ağrı ve sakatlığa katkı yapar. Bu raporda üst trapezius kasında tetik noktaları olan iki servikojenik baş ağrılı hastayı sunduk. Her iki hastaya ultrason eşliğinde trapezius kası interfasiyal bloğu uygulandı.

Vaka 1
79 yaşında bayan hasta üst trapezius kasındaki tetik noktaya bağlı baş ağrısı şikayeti ile başvurdu. Numerik Rating Skala (NRS) skoru 10'du. Hastaya ultrason eşliğinde trapezius kası interfasiyal bloğu uygulandı. İşlemden 30 dakika sonra NRS skoru 2 idi ve işlem sonrası 2 ay boyunca ağrısızdı.

Vaka 2
55 yaşında bayan hasta üst trapezius kasındaki tetik noktaya bağlı baş ağrısı şikayeti ile başvurdu. Numerik Rating Skala (NRS) skoru 8'di. Hastaya ultrason eşliğinde trapezius kası interfasiyal bloğu uygulandı. İşlemden 30 dakika sonra NRS skoru 3 idi ve işlem sonrası 2 hafta boyunca ağrısızdı.

Fasyanın yapısı enjekte edilen anestezi ajanların difüzyonunu kolaylaştırabilir ve interfasiyal enjeksiyonlar giderek daha fazla kullanılmaya başlamıştır. Biz tetik noktalara bağlı servikojenik baş ağrısında bu tedavi şeklinin pozitif etkiler yaratacağını düşünmekteyiz.
Cervicogenic headache (CEH) is a headache arising from cervical nociceptive structures such as facet joints, disci intervertebrales, muscles and ligaments. Myofascial trigger points (TrPs) are common factors in patients with CEH and contribute to the pain and disability. In this report, we present two patients with CEH who had TrPs in their upper trapezius muscles. Each patient received an ultrasound-guided interfascial block of the trapezius muscle.

Case 1
A 79-year-old female patient presented with a complaint of headache due to trigger point in her upper trapezius muscle. Her Numerical Rating Scale (NRS) score for pain intensity was 10. We performed an ultrasound-guided interfascial block of the trapezius muscle. Her NRS score at 30 minutes after the procedure was 2. The patient was pain free during the two months follow-up period.

Case 2
A 55-year-old female patient presented with a complaint of headache due to trigger point in her upper trapezius muscle. Her Numerical Rating Scale (NRS) score for pain intensity was 8. We performed an ultrasound-guided interfascial block of the trapezius muscle. Her NRS score at 30 minutes after procedure was 3. The patient was pain free during the two weeks follow-up period.

The structure of the fascia can ease diffusion of an injected anaesthetic during diagnostic and therapeutic blocks, and interfascial injections are becoming more common. We suggest that this treatment may produce positive effects for patients with CEH caused by trigger points.



   
Copyright © 2024 Ağrı Dergisi Tüm Hakları Saklıdır.