ISSN : 1300-0012   E-ISSN 2458-9446 Home      |      Contact      |      TR
 
 
Volume: 36  Issue: 1   Year: 2023
  Ağrı: 28 (3)
Volume: 28  Issue: 3 - 2016
Hide Abstracts | << Back
EXPERIMENTAL AND CLINICAL STUDIES
1.Evaluation of subclinical atherosclerosis in migraine patients by ultrasound radiofrequency data technology: preliminary results
Idil Güneş Tatar, Onur Ergun, Pınar Çeltikçi, Aydın Kurt, Neşe Yavaşoğlu, Erdem Birgi, Tolga Tatar, Baki Hekimoğlu
PMID: 27813037  doi: 10.5505/agri.2016.00378  Pages 121 - 126
Amaç: Migren, toplumun yaklaşık %12’sini ve ağırlıklı olarak da kadın bireyleri etkileyen bir baş ağrısı bozukluğudur. Migren, inme ve kalp-damar hastalığı gibi vasküler patolojiler ile ilişkilendirilmiştir. Bu vasküler bozukluklar ile ateroskleroz arasındaki yakın bağlantı iyi bilinmektedir. Karotis arter intima media kalınlığı, subklinik aterosklerozun saptanması için bir göstergedir. Biz bu çalışmada; migren hastalarında subklinik aterosklerozun varlığını incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Karotis arter intima media kalınlığı, 25 kadın migren hastasında ve 27 kadın kontrol grubunda yeni bir teknik olan ultrason radyofrekans-veri teknolojisi ile değerlendirildi. Hasta ve kontrol gruplarında fark varlığını analiz etmek için Mann–Whitney U testi kullanıldı.
Bulgular: Migren hastaları ve kontrol grubu arasında ortalama karotis intima media kalınlığı açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0.005). Ortalama karotis intima media kalınlığı migren hastalarında 701±114 mikrometre iken kontrol grubunda 400±64 mikrometre ölçüldü.
Sonuç: Migren hastaları, sağlıklı bireylere oranla ateroskleroza daha yatkındır. Sonografi ile karotis arter intima media kalınlığı ölçümü bu hastalarda subklinik aterosklerozun tanınması amacıyla takiplerde kullanılabilir.
Objectives: Migraine is a headache disorder affecting approximately 12% of the population, predominantly female individuals. Migraine has been associated with vascular events such as stroke and cardiovascular disease. The close connection between these vascular disorders and atherosclerosis is well known. Carotid artery intima-media thickness (CAIMT) is a marker for detection of subclinical atherosclerosis. The present study is an analysis of the presence of subclinical atherosclerosis in migraine patients.
Methods: CAIMT was evaluated in 25 female migraine patients and 27 female controls using innovative ultrasound (US) radiofrequency (RF) data technology. Mann–Whitney U test was used to compare measurements in patient and control groups.
Results: There was a statistically significant difference between mean CAIMT of migraine patients and control group (p<0.005): mean CAIMT was 701±114 μm in migraine patients and 400±64 μm in control group.
Conclusion: Migraine patients are more prone to atherosclerosis compared to healthy individuals. CAIMT measurement with sonography can be utilized in follow-up to detect subclinical atherosclerosis.

2.The Effect of Mirror Therapy on the Management of Phantom Limb Pain
Meltem Yıldırım, Nevin Kanan
PMID: 27813030  doi: 10.5505/agri.2016.48343  Pages 127 - 134
Giriş ve Amaç: Son iki dekatta, ayna terapisi fantom ekstremite ağrısının (FEA) yönetiminde sıkça kullanılmaya başlanan bir yöntemdir. Ancak, literatürde ayna terapisinde hemşirenin rolüne ilişkin yeterince bulgu yoktur. Bu çalışma, FEA üzerinde ayna terapisinin etkisini incelemek ve ampüte hastalara verilen hemşirelik bakımında ayna terapisinin kullanımının önemini vurgulamak amacıyla gerçekleştirildi.
Gereç ve Yöntem: Yarı deneysel düzendeki bu çalışma FEA bildiren 15 ampüte hasta ile İstanbul’daki bir üniversite hastanesi ve özel bir protez kliniğinde gerçekleştirildi. Verilen 40 dakikalık ayna terapisi eğitiminden sonra hastalardan 4 hafta boyunca terapiye evde devam etmeleri ve 0-10 Sayısal Ağrı Şiddeti Skalası kullanarak günlük FEA puanlarını terapiden önce ve sonra kaydetmeleri istendi.
Bulgular: Dört hafta boyunca her gün uygulanan ayna terapisi ile FEA şiddetinde anlamlı bir düşüşün olduğu saptandı. Ayna terapisi uygulaması ile hastaların demografik özellikleri, ampütasyon ve/veya FEA ile ilişkili özellikleri arasında anlamlı bir ilişki görülmedi. Protez kullanmayan hastaların ayna terapisinden daha fazla yarar gördüğü saptandı.
Sonuç: Ayna terapisi FEA’nın tıbbi ve cerrahi tedavisine ek olarak destekleyici bir yöntem olarak uygulanabilir. Bu yöntem, aynı zamanda hastanın bağımsız olarak uygulayabileceği bir yöntem olması nedeniyle hastaların ağrı yönetimindeki öz-kontrollerini de arttıracaktır. Bu bağlamda ayna terapisinin güvenli, ekonomik ve kullanımı kolay bir yöntem olması nedeniyle, FEA’sı olan hastaların hemşirelik bakım planına dahil edilmesi önemlidir.
Aim: In the last two decades, mirror therapy is becoming widely used on the management of phantom limb pain (PLP). However, the role of nurses on mirror therapy is not well explained yet. This study aimed to determine the effect of mirror therapy on the management of PLP, and to discuss the importance of mirror therapy in nursing care of amputated patients.
Methods: This quasi-experimental study was conducted with 15 amputated patients who had PLP in pain management department of a university hospital and a prosthesis clinic in Istanbul, Turkey. Forty-minutes of practical mirror therapy education was given to the patients and asked to practice for 4-weeks at home. The patients were asked to write down the severity of their PLP before-and-after the therapy each day with 0-10 Numeric Pain Intensity Scale.
Results: Mirror therapy practiced for 4-weeks provided a significant decrease in the severity of PLP. There wasn’t any significant relation between the effect of mirror therapy and demographic, amputation and/or PLP related characteristics. The patients who weren’t using prosthesis had greater effect from mirror therapy.
Conclusions: Mirror therapy can be used as an adjunctive method in the medical and surgical treatment of PLP. It’s a method which patients can practice independently, so that they can enhance their self-control on the phantom pain. As mirror therapy is a safe, economic and easy-to-use method; in the nursing care plan of the patient with PLP, mirror therapy should be considered in the patient’s education plan.

3.The Effectiveness of Preemptive Analgesic Techniques on Postoperative Analgesia In Patients Undergoing Open Septorhinoplasty
İlknur Keskioğlu, Meltem Aktay İnal, Onur Özlü
PMID: 27813031  doi: 10.5505/agri.2015.17894  Pages 135 - 142
Amaç: Elektif septorinoplasti cerrahisi uygulanan hastalarda, cerrahi insizyon öncesi iv deksketoprofen trometamol ve asetaminofen uygulamasının, postoperatif ağrı skorları, analjezik ihtiyaçları, hemodinamik parametreler, 24 saat sonunda hasta memnuniyeti ve hasta kontrollü analjezi yöntemi ile toplam tramadol tüketimi üzerindeki etkilerini karşılaştırmayı amaçladık.
Yöntem: Genel anestezi altında elektif septorinoplasti planlanan, 60 olgu, üç gruba ayrıldı.. Grup D’de (n=20) 50 mg iv deksketoprofen trometamol, Grup A’da 1gr iv asetaminofen cilt insizyonundan önce uygulandı. Grup K’da (n=20) cerrahi insizyon öncesi analjezik uygulanmadı Postoperatif analjezi, iv hasta kontrollü analjezi yöntemi ile tramadol uygulayarak sağlandı. Postoperatif 15, 30. dakika, 1., 2., 6., 12., 24. saatlerde VAS skorları, sistolik, diastolik, ortalama arter basınçları, kalp atım hızı ile 24. saatin sonundaki toplam tramadol tüketim miktarları ve hasta memnuniyeti değerlendirildi.
Bulgular: Gruplar arasında demografik özellikler, anestezi ve cerrahi süreleri açısından istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). VAS değerleri en yüksek Grup K’da, en düşük ise Grup D’de saptandı (p<0.001). Toplam tramadol tüketim miktarları karşılaştırıldığında Grup K ve Grup A arasında istatistiksel anlamlı fark olmamakla birlikte Grup D’den daha yüksek dozda tramadol tüketildiği gözlenmiştir (p=0.649 ve p<0.05) İlk analjezik istem zamanı ve yan etkiler gruplar arasında benzer bulundu.
Sonuç: Genel anestezi altında yapılan septorinoplasti ameliyatlarının erken postoperatif döneminde analjezi sağlamada, preemptif intavenöz deksketoprofen trometamol veya asetaminofen uygulamasının postoperatif ağrı tedavisinde etkin analjezi sağladığını gözlemledik. Ayrıca preemptif deksketoprofen trometamol uygulamasının erken postoperatif analjezi sağlamada asetaminofene göre daha etkili olduğunu tespit ettik.
Aim: We aimed to compare the effects of preincisional intravenous dexketoprofen trometamol and acetaminophen on postoperative pain, analgesic requirement, hemodynamic parameters, postoperative tramadol consumption and patient satisfaction in patients undergoing elective septorhinoplasty.
Methods: Sixty patients scheduled for elective septorhinoplasty under general anaesthesia were divided into three groups. Group D (n=20) received 50 mg iv dexketoprofen trometamol, Group A (n=20) received 1 gr iv acetaminophen before surgical incision. Group K (n=20) received no analgesic. Postoperative analgesia was maintained with intravenous tramadol infusion, with the aid of a patient controlled analgesia pump. The visual analogue scale (VAS), total tramadol consumption and patient satisfaction were recorded at 15, 30. minutes and 1, 2, 6, 12, 24. hours postoperatively.
Results: The groups were similar with respect to gender, mean age, body weight, mean surgery and anaesthesia durations (p>0.05). VAS values were the highest in Group K and lowest in Group D (p<0.001). There was no difference regarding the tramadol consumption between group K and group A, but both two groups consumed higher doses of tramadol than group D (p=0.649 and p<0.05, respectively). First analgesic requirement time and side effects were similar in all groups.
Conclusion: We observed that preemptive iv. dexketoprofen trometamol or acetaminophen were both effective for postoperative analgesia in early postoperative period in elective septorhinoplasty under general anaesthesia. We found that preemptive dexketoprofen trometamol was more effective than acetaminophen for postoperative analgesia.

4.Comparison of triptans, NSAID and combination in migraine attack treatment
Taskın Duman, Hava Özlem Dede, Gülşah Seydaoğlu
PMID: 27813032  doi: 10.5505/agri.2015.00483  Pages 143 - 149
Amaç: Migren atağında baş ağrısı aynı atak içinde rekürrens gösterebilmektedir. Çalışmamızın amacı migren atağını sonlandırmak için yaygın kullanılan nonsteroid antienflamatuvar ilaçlar (NSAİİ) ve triptan gruplarından seçilen birer ajanın ve bunların kombine kullanımının migren atağını sonlandırma üzerindeki etkilerini göstermek ve karşılaştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Altmış yedi migren hastasına ait 201 atak değerlendirildi. Hastalar sıra ile üç ayrı tedavi grubuna bire birer alındılar. Birinci grup hastanın baş ağrısı atağı başladığında rizatriptan 10 mg, ikinci grubun tenoksikam 20 mg, üçüncü grubun rizatriptan 10 mg ve ek olarak tenoksikam 20 mg alması sağlandı. Hastalar ağrıyı hissettikleri ve ilaçlarını aldıkları anda, 30 dakika, 60 dakika, bir saat, iki saat, dört saat, sekiz saat sonra ve ertesi gündeki baş ağrısı şiddetlerini Vizüel Analog Skalası’nda (VAS) işaretlediler. Her hasta için toplam üç ayrı atak değerlendirildi. Ataklar, her tedavi alternatifi için ayrı ayrı değerlendirilerek karşılaştırıldı.
Bulgular: Tedavi gruplarının VAS değerleri atak başlangıcında farksız iken, Rizatriptan grubunda ve kombinasyon grubunda 30. dakikadan itibaren VAS puanları tenoksikama göre daha düşük bulundu. Rizatriptan grubunda ve kombinasyon grubunda 60. dakikada VAS ortalama değeri 4’ün altına düştü. Tenoksikam grubunda ise 60. dakika VAS değeri dördün üzerinde kaldı ve bu gruptaki VAS ortalaması hem rizatriptan hem de kombinasyon grubundan anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Yirmi dördüncü saat değerlendirmesinde ise kombinasyon ve tenoksikam gruplarının VAS puanları birbirine eşi, rizatriptan grubunun VAS ortalaması diğer iki gruptan yüksek bulundu.
Sonuç: Tek ilaç ile yeterli kontrol sağlanamayan ataklarda hızlı etkili triptan ve uzun etkili NSAİİ uygun bir tedavi seçeneği olarak görünmektedir.
Objectives: Headache during migraine attack may recur during a single attack. The present study evaluated efficacy of both individual and combined use of agents from nonsteroidal anti-inflammatory drug (NSAID) and triptan groups widely used in treatment of migraine attacks.
Methods: A total of 201 attacks in 67 migraine patients were evaluated. Patients were divided into 3 study groups: those receiving rizatriptan 10mg, tenoxicam 20 mg, and rizatriptan + tenoxicam (combination). Patients evaluated severity of headache based on visual analogue scale (VAS) at moment of drug delivery, after 30 minutes, and after 1, 2, 4, 8 and 24 hours. Attacks were evaluated separately for each treatment alternative, and results were also compared.
Results: VAS values were the same at onset of attack, but were lower in rizatriptan and combination groups than in tenoxicam group at 30 minutes and onward. VAS score was above 4 at 60 minutes in tenoxicam group and mean VAS value in this group was found to be significantly higher than values in rizatriptan and combined groups. At 24 hours, VAS scores were similar in combination and tenoxicam groups, while rizatriptan group had higher mean VAS score than the other 2 groups.
Conclusion: When single drug use fails to provide adequate control, combined use of a rapid-acting triptan and a long-acting NSAID appears to be a suitable treatment option.

5.Evaluation of the efficiency of patient controlled analgesia in children with sickle cell anemia from the perspective of health care professionals and parents.
Ayşegül Turaç, Şebnem Rumeli Atıcı
PMID: 27813033  doi: 10.5505/agri.2015.09326  Pages 150 - 154
Amaç: Orak hücreli anemi (OHA) tanılı çocukların ağrılı krizlerinde, Hasta Kontrollü Analjezi (HKA) yöntemi ağrı tedavisinde tercih edilen bir yöntemdir.Bu çalışma ile OHA tanılı çocuklarda iv HKA yöntemini uygulayan sağlık personeli ve ebevenlerin, yöntem hakkındaki düşüncelerinin ve ilaç uygulama tutumlarının değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Algoloji Bilim Dalı tarafından iv HKA yöntemi uygulanan OHA tanılı çocuk hastaların ebeveynleri (n= 54) ve tedavileri ile ilgilenen sağlık personelleri (doktor, hemşire) (n=32) olmak üzere toplam 86 kişi çalışmaya alındı. Yöntemin etkinliğinin değerlendirilmesi için katılımcılara anket uygulandı.Kullanıcıların HKA yöntemi hakkındaki bilgi düzeyleri, avantaj ve dezavantajları hakkındaki görüşleri sorgulandı. İstatistiksel olarak p<0.05 anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Sağlık personellerinin %65,6’sı (n=21) HKA yönteminin “akut dönemde gerekli” olduğunu düşündüğü saptandı.Ağrının gece ve gündüz daha iyi kontrol edildiğini düşünenlerin oranı % 93 (n=80) idi.Ebeveynlerin %83,3’ü (n=45) sağlık personelinin %87,5’i (n=28) yöntemin ilaca ulaşamama korkusunu azalttığını belirtmiş idi.Ağrının yeniden başlama korkusundaki azalma sağlık personeline göre ebeveynlerde daha belirgindi (sırasıyla %37, %9,4) (p<0,05).Bağımlılık ve yüksek doz ilaç endişesi nedeniyle ebeveynlerin %87’sinin (n=47) istek dozunu kullanmak için ağrı şiddetinin artmasını beklediği saptandı.Yöntemin dezavantajı olarak en çok alarmların giderilmesi (%48; n=26) ve tekrar doldurma için beklenilen sürenin (%48; n=26) uzunluğu belirtilmiş idi.
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızda, OHA’li çocukların ağrılı durumlarında iv HKA yönteminin hem sağlık personelleri hem de ebeveynler tarafından etkili bulunduğu saptandı.Bununla birlikte kullanıcıların ilaç hakkındaki yanlı bilgilerinin yeterli analjezi düzeyine ulaşmayı engelleyebileceği fark edildi.Yöntemin etkinliğinin arttırılabilmesi için kullanıcı endişelerinin yanıt bulacağı eğitimlerin düzenlenmesinin gerekli olduğu kanısına varıldı.
In this study, we aimed to evaluate the efficacy of the PCA method as well as the attitudes of parents and health care professionals on the usage of PCA on children with SCA.
The parents of children with SCA(n=54) followed by Algology department and the healthcare providers(doctors, nurses)(n=32);totally 86 people were involved in the study.To evaluate the efficacy of the method, a questionnaire was prepared and the level of knowledge of the participants on PCA method;advantages and disadvantages of the method have been questioned.According to 65.6%(n=21) of the heath care providers PCA must be used during acute phase of pain.Great majority of the participants (93%,n=80) thought that pain was effectively controlled during day and night.PCA reduced the fear of unavailability of analgesic drugs in 83.3%(n=45) of parents and in 87.5% (n=28) of health care providers.The fear of exacerbation of pain was significantly reduced in parents(37%) compared to health care providers (9.4%)(p<0.05).Most of the parents (87%,n=47) reported that they did not preferred to use demand dose of analgesic until their children complained from severe pain due to concern of over dose or addiction.Repeated machine alarms(48%,n=26) and the length of refilling time(48%,n=26) were reported as disadvantages of PCA method.In this study, parents and health care professional found PCA method to be effective to relief pain in children with SCA.Fears and biased knowledge of the users about the drug thought to hamper to reach the sufficient analgesic dose.Educational courses for the users about PCA and drugs may increase the effect of PCA method.

CASE REPORTS
6.Horner Syndrome Following Combined Spinal-Epidural Anaesthesia
Ömer Karaca, Sezen Kumaş Solak, Serdar Demirgan, Mehmet Bademci
PMID: 27813034  doi: 10.5505/agri.2015.15010  Pages 155 - 157
Horner sendromu epidural anestezide nadir olarak görülür. Pitozis, enoftalmi, miyozis, anizokori, konjunktival hiperemi, etkilenen yüz yarısında kızarma (flushing) ve anhidroz ile karakterizedir. Genellikle kalıcı nörolojik kusur bırakmadan düzelen bir komplikasyondur. İntraoral anestezi, stellat, servikal ve brakiyal pleksus bloğu, torakal, lomber, kaudal epidural anestezi yöntemleri, ayrıca intraplevral analjezi Horner sendromunun başlıca anestezi ile ilgili nedenleridir. Diğer nedenler arasında baş-boyun cerrahisi, travma ve internal juguler ven ponksiyonu yer alır. Bu olguda aortabifemoral bypass uygulanan lomber kombine spinal epidural anestezi sonrası ortaya çıkan tek taraflı Horner sendromunu sunmayı amaçladık.
Horner syndrome is rarely observed in epidural anaesthesia; it is characterized by ptosis enophthalmos miosis, anisocoria, and conjunctival hyperemia in the affected eye and anhydrosis and flushing on the affected side of the face. It is usually a complication spontaneously resolved without permanent neurological deficits. Intraoral anaesthesia, stellate, cervical and brachial plexus block, thoracic, lumbar and caudal epidural anaesthesia and intrapleural analgesia are the main causes associated with anaesthesia in Horner syndrome. Among the other causes of Horner syndrome are head and neck surgery, trauma and puncture of the internal jugular vein. We aimed to present a case with unilateral Horner syndrome, which appeared in the aortabifemoral bypass after lumbar spinal- epidural anaesthesia.

7.Thoracic outlet syndrome: A case with scalene muscle hypertropy who was followed by a long time in the diagnosis of cervical discopathy
Damla Yürük, Güngör Enver Özgencil, Ahmet Yılmaz, Merve Hayriye Kocaoğlu, Sırrı Sinan Bilgin, İbrahim Aşık
PMID: 27813035  doi: 10.5505/agri.2015.20981  Pages 158 - 161
Bu yazımızda, skalen kas hipertrofisi sonucu mixt tip torasik outlet sendromu gelişen olgumuzun tanı ve tedavi sürecini sunduk. Ayırıcı tanıda pek çok hastalığın düşünülmesi gereken zengin semptomlara sahip bu sendromunun kesin tanısının konulabilmesi için günlük yaşam aktivitelerinin sorgulanması, fizik muayene bulgularına ek olarak provokatif testlerin, elektrofizyolojik incelemelerin ve görüntüleme yöntemlerinin yapılması gerekmektedir. Tanı konulduktan sonra konservatif tedaviye rağmen şikayetleri azalmayan hastalarda cerrahi tedavi gerekmektedir. Ancak geç tanı konulmuş hastalarda cerrahi tedavi sonrası şikayetlerin azalmasına rağmen öncesindeki nörolojik sekeller devam etmektedir.
Summary
In this article, we present a case with diagnosis and treatment process who had mixed type of thoracic outlet syndrome as a result of scalene muscle hypertrophy. Many diseases in the differential diagnosis should be considered to be the definitive diagnosis of this syndrome ¸ questioning the activities of daily living, in addition to provocative tests of physical examination, it is necessary to examine the electrophysiological and imaging. Once diagnosed, despite conservative treatment is not decreased complaints required surgical treatment However, in patients diagnosed late ¸ despite the decrease of complaints after surgery; neurologic deficit remains.

LETTER TO THE EDITOR
8.Atypically Located Cluster Headache
Taner Ozbenli, Cetin Kursad Akpinar
PMID: 27813036  doi: 10.5505/agri.2015.86094  Pages 162 - 163
Küme baş ağrısı, orbital, supraorbital veya temporal yerleşimli, her zaman tek taraflı ciddi ağrı atakları ile karakterizedir. Ağrıya, aynı taraflı otonomik özellikler eşlik eder. 45 yaşında erkek hastanın 1 yıldır başın sağ tarafında ağrı yakınması vardı. Ağrıları sağ pariyetal bölgede acı veren yanma tarzında idi. Nörolojik muayenesi sağ koldaki %20'lik kas gücü kaybı hariç normaldi. Biz sağ kol güçsüzlüğü ile ilişkili atipik yerleşimli küme baş ağrısı sunduk.
Cluster headache (CH) is characterized by attacks of strictly unilateral severe pain with orbital, supraorbital, or temporal location. They are accompanied by ipsilateral cranial autonomic features. A 45-year-old man presented with a 1-year complaint of right-sided headache. He described episodes of excruciating burning pain in right parietal region. His neurologic examination was normal except 20% muscle loss on the right arm. We report a atypically located cluster headache associated with right arm weakness.



   
Copyright © 2024 The Journal of The Turkish Society of Algology, All Rights Reserved.